İnsanlık tarihi boyunca üzerine en çok düşünülen, tartışılan ve yazılan konulardan biri olan emek ve rızık ilişkisi, hem felsefi hem de dini boyutları olan derin bir meseledir. İnsan, kazancının kaynağını anlamaya çalışırken, bir yandan kader inancıyla, diğer yandan özgür iradesi ve çabasıyla yüzleşir. Peki, rızkımızı belirleyen nedir? Sadece çok çalışmak mı, yoksa yazılı olan mı?
Rızık kavramı, Arapça "rezzeka" kökünden gelir ve "beslemek, nimet vermek, rızıklandırmak" anlamındadır. Dinî ve kültürel bağlamda ise, canlıların hayatlarını sürdürmesi için Allah tarafından takdir edilen maddi ve manevi nimetlerin tümü olarak tanımlanır. Bu sadece para veya yiyecekten ibaret değildir; sağlık, ilim, huzur ve sevgi de birer rızıktır.
İslam inancına göre, insan "sebeplere sarılma" sorumluluğu ile yükümlüdür. Yani rızkı aramak, çalışmak ve üretmek bir ibadet sayılır. Bir ayette, "İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır." (Necm Suresi, 39. ayet) buyrulur. Bu, emeğin ne denli önemli olduğunu gösterir.
Müslümanlar, her şeyin Allah'ın bilgisi ve takdiri dahilinde olduğuna inanır. Rızık da "ecel" gibi önceden yazılmıştır. Ancak bu, insanın tembel tembel oturmasını gerektirmez. Bilakis, çalışmak kaderin bir parçasıdır. Nasıl ki bir çiftçi tohumu eker ve yağmurun yağmasını beklerse, insan da emek sarf eder ve rızkın geliş yollarını açar.
Günümüzde, özellikle kapitalist sistemde "ne kadar çok çalışırsan o kadar kazanırsın" anlayışı hâkimdir. Ancak bu, her zaman adil sonuçlar doğurmaz. Kimi az emekle çok kazanırken, kimi çok emekle az kazanabilir. Bu noktada, rızkın sadece maddi boyutta değerlendirilmemesi önem kazanır. Manevi tatmin, aile huzuru ve sağlık, en değerli rızıklardandır.
Emek ve rızık, bir bütünün iki parçası gibidir. Biri insanın sorumluluğu, diğeri ise Yüce Yaratıcı'nın lütfudur. İkisi arasında denge kurmak, hem dünya hem de ahiret saadeti için gereklidir. Unutmamak gerekir ki, rızık sadece çalışanın değil, her canlının hakkıdır. Önemli olan, onu helal yollardan aramak, şükretmek ve paylaşmaktır.