Sanat tarihindeki en etkili ve sevilen akımlardan biri olan Empresyonizm (İzlenimcilik), 19. yüzyılın sonlarında Fransa'da doğdu. Geleneksel sanat anlayışını kökten değiştiren bu akım, adını Claude Monet'nin “İzlenim: Gün Doğumu” (Impression, Sunrise) adlı tablosundan almıştır. Peki, empresyonizm tam olarak nedir ve neden bu kadar önemlidir?
1860'ların Paris'inde, genç bir grup sanatçı, akademik sanatın katı kurallarına ve koyu renkli, tarihsel konulara karşı çıktı. Onlar için önemli olan, dünyanın anlık ve öznel izlenimiydi. Işığın, rengin ve hareketin sahne aldığı bu yeni sanat, ilk sergisini 1874'te düzenledi ve eleştirmenler tarafından alayla karşılandı. Ancak zaman, onların lehine işledi.
İzlenimcilik, sanatı gerçeğin taklidinden, sanatçının öznel deneyimine taşıdı. Bu radikal adım, modern sanatın kapısını araladı. Ardından gelen Post-Empresyonistler (Van Gogh, Cézanne, Gauguin), izlenimciliğin renk ve ışık özgürlüğünü alıp, daha kişisel ifade biçimlerine ve yapısal arayışlara yöneldi. Empresyonizm olmasaydı, bugün gördüğümüz birçok modern sanat akımı da var olamazdı.
Empresyonizm, sadece bir resim akımı değil, dünyaya bakış şeklimizde bir devrimdir. Bize, güzelliğin sadece tarihi tablolarda değil, günlük hayatın en sıradan anlarında, suyun üzerinde oynaşan ışıkta veya bir kahve bahçesindeki sohbette saklı olduğunu hatırlattı. “An”ı kutsayan bu sanat, hızla akan modern hayatta bize durup bakmayı öğütlüyor.
Bir Monet tablosuna bakarken, aslında bir anı değil, o anı yaşayan sanatçının duyumsadığı ışığın titreşimini görürüz.