Gökyüzünün en büyülü ve geçici süslerinden biri olan gökkuşağı, hem bilimin hem de hayranlığın konusudur. Bu renk cümbüşü aslında ışığın su damlacıklarıyla dansının bir sonucudur. İşte bu doğa olayının ardındaki bilim ve o meşhur 7 rengin sırrı.
Gökkuşağının oluşması için üç temel bileşen gerekir:
Olayın özü, beyaz görünen güneş ışığının su damlacığına girip kırıldıktan sonra, damlanın iç yüzeyinden yansıyarak tekrar kırılıp dışarı çıkmasıdır. Bu sürece ışığın kırınımı ve yansıması denir. Beyaz ışık, farklı dalga boylarına (renklere) sahip bileşenlerine ayrılır. Bu, prizmada beyaz ışığın renklere ayrılmasına benzer bir süreçtir.
Aslında gökkuşağında bir renk spektrumu, yani kesintisiz bir renk geçişi vardır. Ancak insan gözü ve kültürel sınıflandırmalar, bu sürekliliği belirli renk bantlarına ayırır.
Renk sayısının 7 olarak kabul görmesinin tarihsel nedeni, büyük bilim insanı Sir Isaac Newton'a dayanır. Newton, optik üzerine yaptığı çalışmalarda, spektrumu 7 ana renge böldü. Bunu kısmen müzikteki 7 notalı diziden esinlenerek yaptığı düşünülür. Böylece bu sınıflandırma yaygınlaştı.
İpucu: Renk sırasını hatırlamak için şu Türkçe kısaltmayı kullanabilirsiniz: "KıTaS YaMÇıM" (Kırmızı, Turuncu, Sarı, Yeşil, Mavi, Çivit, Mor).
En yaygın olan birincil gökkuşağı dışında, bazı özel koşullarda başka türler de görülebilir:
Sonuç olarak, gökkuşağı doğanın bize sunduğu basit ama muhteşem bir fizik dersidir. Su, ışık ve açının bir araya gelmesiyle ortaya çıkan bu renk şöleni, bilim ve güzelliğin nasıl iç içe geçtiğinin en güzel kanıtlarından biridir.