Kur'an-ı Kerim'de Hz. İbrahim'le birlikte anılan "Hanif" kavramı, İslamiyet öncesi Arap Yarımadası'nda var olan ve çoktanrıcılıktan uzak duran bir tevhid inancını ifade eder. Bu makalede, Hanif dininin tarihsel arka planını, temel özelliklerini ve İslam düşüncesindeki yerini keşfedeceğiz.
"Hanif" Arapçada "doğru yolda olan", "hakikate yönelen" veya "batıl inançlardan uzaklaşan" anlamlarına gelir. Etimolojik olarak "meyletmek" kökünden türemiştir ve şirkten (Allah'a ortak koşmaktan) uzak durup saf tevhid inancına yönelen kişiyi tanımlar.
İslam öncesi Arap toplumu genel olarak putperestlik (şirk) içindeydi. Ancak bazı bireyler, atalarının dinini sorgulayarak tek bir Yaratıcı'ya inanmaya başlamıştı. Bu kişiler:
Tarihi kaynaklarda Varaka bin Nevfel, Ubeydullah bin Cahş, Zeyd bin Amr bin Nüfeyl ve Kuss bin Sâide gibi isimler Hanifler arasında sayılır.
Haniflerin inanç ve pratikleri, Kur'an ve tarihi rivayetler ışığında şöyle özetlenebilir:
Kur'an-ı Kerim, Hz. İbrahim'i "Hanif" olarak niteler ve Müslümanları onun yoluna çağırır:
"Sonra sana: 'Hanif olarak İbrahim'in dinine uy! O, müşriklerden değildi' diye vahyettik." (Nahl Suresi, 123. Ayet)
İslam dini, Hanifliği Hz. İbrahim'in saf tevhid inancının devamı ve putperestliğe karşı bir direniş olarak görür. Hz. Muhammed (sav), peygamberlik öncesi dönemde de Haniflerin ahlaki duruşuna yakın bir hayat sürmüştür.
Hanif dini, İslam öncesi dönemde Arap toplumunda filizlenen tevhid temelli bir arayış hareketiydi. Kurumsal bir din olmaktan ziyade, bireysel bir hakikat yolculuğunu ifade ediyordu. İslamiyet geldiğinde, bu arayış içindeki birçok kişi İslam'ı Hz. İbrahim'in dininin tamamlanmış hali olarak görüp kabul etmiştir.
Haniflik kavramı, bugün bize batıl inançlardan uzak durmanın, aklı ve kalbi hakikate açmanın ve köklü bir ahlaki duruş sergilemenin evrensel değerini hatırlatmaya devam ediyor.