Osmanlı İmparatorluğu'nun maliye ve vergi düzeninde yüzyıllar boyunca önemli bir rol oynayan iltizam sistemi, devletin vergi gelirlerini toplama yöntemlerinden biriydi. Bu sistem, merkezi otoritenin doğrudan vergi tahsil etmekte yaşadığı zorluklara bir çözüm olarak ortaya çıkmış ve zamanla toplumsal, ekonomik pek çok sonuç doğurmuştur. Peki, bu sistem nasıl işliyordu ve tarihimizdeki yeri neydi?
İltizam, Arapça kökenli bir kelime olup "üstlenme, kiralama" anlamına gelir. Osmanlı maliyesinde ise belirli bir bölgenin vergi gelirlerinin, devlet tarafından açık artırma yoluyla bir kişiye belli bir süre için devredilmesi anlamını taşır. Devlet, önceden belirlediği bir vergi miktarını peşin olarak alırken, iltizamı alan kişi (mültezim) de halktan vergileri toplayarak kâr elde ederdi.
Mültezim, iltizam sisteminin ana aktörüdür. Vergi toplama hakkını devletten belirli bir bedel karşılığında kiralayan kişi veya kişilerdir. Çoğunlukla yerel eşraf, zengin tüccarlar veya saraya yakın kişiler bu rolü üstlenirdi.
İltizam sistemi, özellikle 17. yüzyıldan itibaren (Celali İsyanları sonrası) yaygınlaştı. Ancak yol açtığı adaletsizlikler nedeniyle sürekli eleştirildi. Tanzimat Dönemi'nde düzeltilmeye çalışıldı. Nihayet, modern vergi toplama usullerine geçiş amacıyla 1839 Tanzimat Fermanı ile kademeli olarak kaldırılmaya başlandı ve yerini emanet usulüne (devlet memurlarının vergi toplaması) bıraktı. Ancak tam anlamıyla ortadan kalkması II. Meşrutiyet dönemini buldu.
İltizam sistemi, Osmanlı maliyesinin ihtiyaçlarından doğan pratik bir çözümdü. Kısa vadede devlete nakit akışı sağlarken, uzun vadede toplumsal adaletsizlik, ekonomik dengesizlik ve merkezi otoritenin zayıflaması gibi ciddi sorunlara yol açtı. "Mültezim" figürü ise halkın hafızasında genellikle zorba ve baskıcı bir vergi tahsildarı olarak yer etmiştir. Bu sistem, merkezi devletlerin vergi toplama mekanizmalarının ne kadar hayati olduğunu ve yanlış uygulamaların nasıl yıkıcı sonuçlar doğurabileceğini gösteren tarihi bir örnektir.