John Steinbeck’in 1947 yılında yayımlanan “İnci” (orijinal adıyla The Pearl), kısa ama derin anlamlar barındıran bir novelladır. Meksika’nın yoksul bir incici kasabasında geçen bu hikâye, aslında bir peri masalı gibi başlar ancak insanın açgözlülüğü, sınıf çatışması ve doğanın katı gerçekliği üzerine evrensel bir alegoriye dönüşür.
Kino, karısı Juana ve bebek oğlu Coyotito ile sade bir hayat süren bir incidir. Ailesinin tek varlığı, dalgıç olarak çıkardığı incilerdir. Bir gün Coyotito’yu bir akrep sokar. Doktor, Kino’nun parası olmadığı için çocuğu tedavi etmeyi reddeder.
Tam umutlar tükenmek üzereyken, Kino denizden “Dünyanın İncisi” olarak adlandırılabilecek devasa, kusursuz bir inci çıkarır. Bu inci, onun gözünde oğlunun eğitimi, ailesinin geleceği ve saygın bir hayatın anahtarıdır.
Ancak inci, beraberinde talihsizlik getirir. Kasabadaki doktor, inciciler, rahip ve hatta Kino’nun komşuları bile bu hazinenin peşine düşer. İnci, açgözlülüğü ve kötülüğü ortaya çıkaran bir aynaya dönüşür. Kino, inciyi satmak için şehre gider ama tüccarlar onu aldatmaya çalışır. Peşlerine takılan talihsizlikler ve takipçiler nedeniyle aile, evlerini ve güvenliklerini kaybederek kaçmak zorunda kalır.
Yolculuk trajediyle sonuçlanır: Takipçilerle yaşanan çatışmada sevgili oğulları Coyotito ölür. Bu kayıpla birlikte gerçeği gören Kino ve Juana, kasabalarına döner ve Kino, uğruna her şeyini kaybettiği o mükemmel inciyi, geldiği yere, denizin derinliklerine fırlatır.
John Steinbeck, “Gazap Üzümleri” ve “Fareler ve İnsanlar” gibi eserlerinde olduğu gibi, “İnci”de de toplumsal adaletsizliği, emeğin sömürülmesini ve insanın doğayla mücadelesini etkileyici bir dille anlatır. Eser, basit bir dil ve masalsı anlatımla, evrensel ve felsefi sorular sorar: Gerçek zenginlik nedir? Düşlerimiz bizi yok edebilir mi?
“İnci”, görünüşte küçük bir balıkçının hikâyesi olsa da, aslında her çağa hitap eden bir insanlık durumudur. Steinbeck, bu kısa ama güçlü hikâyesiyle okuyucuyu, değerlerimiz ve arzularımız üzerine derin bir düşünceye davet eder. İncinin denize atılışı, yalnızca bir kaybı değil, aynı zamanda trajik bir aydınlanmayı ve belki de gerçek özgürlüğün başlangıcını simgeler.