Edebiyat, dilin sınırlarını zorlayarak bize olağanüstü bir dünyanın kapılarını açar. Bu sanat dallarından biri olan intak, Arapça kökenli bir kelime olup "konuşturmak" anlamına gelir. Edebiyatımızda ise insan dışındaki varlıkların konuşturulması sanatı olarak tanımlanır. Şair ve yazarlar, hayvanları, bitkileri, cansız nesneleri hatta soyut kavramları birer karakter gibi konuşturarak eserlerine derinlik, canlılık ve etkileyicilik kazandırırlar.
İntak, bir edebi sanat (söz sanatı) olarak kabul edilir ve genellikle teşhis (kişileştirme) sanatı ile iç içe geçmiş durumdadır. Çünkü bir varlığı konuşturabilmek için önce onu insan gibi düşünen, hisseden bir kişi haline getirmek gerekir.
Bu iki sanat sıkça karıştırılır. Aradaki temel fark şudur:
Kısacası, her intak sanatı aynı zamanda bir teşhis içerir, ancak her teşhis intak değildir.
Fabllar, intak sanatının en yoğun kullanıldığı türlerin başında gelir. Hayvanlar, insan karakterlerini ve toplumsal eleştirileri temsil etmek için konuşturulur.
Roman ve hikâyelerde de sıkça rastlanır. Örneğin, Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna eserinde Raif Efendi'nin odasındaki eşyalar adeta onun sessiz tanıkları ve konuşabilselerdi anlatıcıları olacak şekilde tasvir edilir.
İntak sanatı, yazarın ve şairin sadece bir anlatım becerisi değil, aynı zamanda güçlü bir iletişim aracıdır. Okuyucuyu alışılmışın dışına çıkarır, soyut fikirleri somutlaştırır, eleştirileri daha incelikli ve etkili bir şekilde sunar. Hayvanların dilinden insanlık dersleri verir, bir gülün ağzından aşkı anlatır, bir nehrin sesinden tarihi dinletir. Edebiyatın bu büyülü dünyası, intak gibi sanatlar sayesinde soluk alıp yaşamaya devam eder.
Bir dahaki sefere bir kitap okurken veya bir şiir dinlerken, söze başlayan bir karıncaya, şikayet eden bir duvara ya da öğüt veren bir ağaca rastlarsanız, bilin ki karşınızda kadim edebiyat sanatlarımızdan intak vardır. 🎭