Dersin Amacı: Bu notta, İslam düşüncesinde "bilgi"nin (ilim) kaynakları, bu kaynakların "iman" ile olan organik bağını ve nasıl birbirini beslediğini sistematik olarak inceleyeceğiz.
İslam geleneğinde bilgi, tek bir yola indirgenmez; birbiriyle uyumlu çoklu kaynaklardan beslenir.
İslam, aklı temel bir ölçü (mîzan) olarak kabul eder. Vahyi anlamanın, evreni gözlemenin ve doğru hükümler çıkarmanın aracıdır. "Düşünmez misiniz?" (Afela ta'kılun) ayetleri akla vurgu yapar.
Görme, işitme gibi duyular, fiziksel dünya hakkında bilgi edinmemizi sağlar. Kur'an sık sık "görmez misiniz, işitmez misiniz?" diyerek duyusal tecrübeyi düşünmeye çağırır.
Akıl ve duyuların ulaşamayacağı metafizik hakikatler (Allah'ın zatı, ahiret, melekler vb.) hakkındaki kesin bilginin kaynağıdır. Kur'an ve sahih Sünnet bu kaynağın temelini oluşturur.
İnsanın yaratılıştan getirdiği, hakikati kabule yatkın olan içgüdü ve sezgisel bilgidir. Tevhid inancına yöneliş (fıtratullah) bu kapsamda değerlendirilir.
İslam'da "körü körüne taklit" (taklidî iman) makbul görülmemiş, yerine "araştırmaya dayalı kesin bilgi ile iman" (tahkikî iman) teşvik edilmiştir. Bir şeye inanmak için önce onun hakkında doğru bilgi sahibi olmak gerekir. "Bilmediğin şeyin ardına düşme..." (İsra, 17:36).
Bilgi, inancın zeminini hazırlar ancak iman sadece zihinsel bir onay değildir. Bilginin kalbe yerleşip irade, duygu ve eyleme dönüşmesidir. Bu nedenle "marifet" (tanıma/bilme) "muhabbet" (sevilen olma) ile tamamlanır.
İslam düşüncesinde ideal olan, nakil (vahiy) ile aklı, iman ile ilmi birbirinden ayırmamaktır. Bir tarafı ihmal etmek sapmalara yol açar:
Bu nedenle İslam alimleri, "ilim"i imanın hem öncülü hem de meyvesi olarak görmüşlerdir. Hakikat arayışı, Müslüman birey için bir ibadet ve varoluşsal bir sorumluluktur.