İslam dini, tek tanrı inancına dayalı bir din olarak, kendisinden önceki semavi dinleri ve diğer inanç sistemlerini belirli bir çerçevede değerlendirir. Bu bakış açısı, hem Kur'an-ı Kerim ayetlerinde hem de Hz. Muhammed'in (s.a.v.) sünnetinde detaylı bir şekilde işlenmiştir.
Kur'an-ı Kerim, diğer din mensuplarına yönelik farklı kavramlar kullanır ve her birine özgü ilişki biçimleri önerir:
İslam hukuku (fıkıh), Müslüman olmayanları "zimmi" statüsüyle koruma altına almıştır. Bu sistem, gayrimüslimlere:
İslam, Allah'ın birliği (tevhit) ilkesini mutlak kabul eder. Bu nedenle, şirk koşan inanç sistemleriyle temel bir ayrım noktası bulunur.
"Dinde zorlama yoktur" (Bakara, 256) ayeti, İslam'ın inanç konusunda baskıyı reddettiğinin en açık ifadesidir.
Kur'an, Ehl-i Kitap'la "en güzel şekilde" (Ankebût, 46) tartışmayı emreder. Bu, diyalog kültürünü teşvik eden bir yaklaşımdır.
Kur'an, diğer semavi dinlerle pek çok ortak değer (adalet, merhamet, dürüstlük) paylaşıldığını vurgular.
Hz. Muhammed'in (s.a.v.) Medine Vesikası, farklı inanç gruplarıyla bir arada yaşamanın ilk yazılı anlaşmasıdır. Osmanlı İmparatorluğu'ndaki millet sistemi ise, bu prensiplerin geniş bir coğrafyada başarıyla uygulandığı tarihsel bir örnektir.
Günümüzde İslam alimleri, Kur'an ve sünnet ışığında çoğulcu toplumlarda Müslümanların diğer din mensuplarıyla ilişkilerini yeniden yorumlamaktadır. Temel vurgu, karşılıklı saygı, adalet ve insan onurunun korunması üzerinedir.
Sonuç olarak, İslam'ın diğer dinlere bakışı, basit bir "hoşgörü" kavramından öte, köklü hukuki ve ahlaki prensiplere dayanan kapsamlı bir ilişkiler sistemidir.