Peyami Safa'nın 1934 yılında yayımlanan Kayıp Aranıyor romanı, Türk edebiyatının ilk polisiye-psikolojik romanlarından biri olarak kabul edilir. Roman, sadece bir cinayet ve arayış hikâyesi değil, aynı zamanda dönemin sosyal yapısını, ahlak anlayışını ve bireyin iç çatışmalarını derinlemesine irdeleyen bir eserdir.
Olay, genç ve güzel Seniha'nın bir gece ansızın ortadan kaybolmasıyla başlar. Nişanlısı Dr. Neşet ve çevresindekiler şaşkındır. Seniha, görünüşte sıradan bir hayat sürmektedir, ancak kayboluşu, onun bilinmeyen, karmaşık bir iç dünyası olduğunu ortaya çıkarır.
Roman, Naim Efendi'nin araştırmaları ve geriye dönüşlerle ilerler. Seniha'nın geçmişi, aile ilişkileri, iç hesaplaşmaları ve toplumun dayattığı rollere karşı verdiği mücadele adım adım açığa çıkar. Kayboluş, basit bir kaçış değil, kimlik arayışı ve varoluşsal bir bunalımın sonucudur.
İzler, Seniha'yı İstanbul'un farklı çevrelerine götürür. Romanda, dönemin "alafranga" ve "alaturka" yaşam tarzları arasındaki çatışma belirgin bir şekilde işlenir. Seniha, bu iki dünya arasında sıkışmış, ne birine tam anlamıyla ait olabilen ne de diğerinden kopabilen bir karakter olarak karşımıza çıkar.
Olay örgüsü ilerledikçe, polisiye unsurlar yerini psikolojik tahlillere bırakır. Peyami Safa, okuru bir cinayet veya suçun faillerinden çok, bir ruhun labirentlerinde dolaştırır. "Kayıp" sadece Seniha değil, aynı zamanda modernleşme sürecinde kendi değerlerini arayan bir toplumun durumudur.
Kayıp Aranıyor, sürükleyici polisiye kurgusu kadar, döneminin sosyolojik ve psikolojik analizini yapmasıyla da değerli bir eserdir. Peyami Safa, olayların değil, ruh hallerinin ve toplumsal koşulların peşine düşer. Roman, "kayıp" metaforu üzerinden, sadece bir insanın değil, bir dönemin ve zihniyetin de arandığı derinlikli bir anlatı sunar. Türk romanında psikolojik tahlilin ve polisiye türünün erken ve başarılı örneklerinden biri olarak edebiyat tarihindeki yerini korumaktadır.