Edebiyatın büyülü dünyasında, bazen türler birbirine karışır ve ortaya melez sayılabilecek yeni formlar çıkar. İşte mensur şiir tam da böyle bir tür: Şiirin duygusal yoğunluğu ile düzyazının özgürlüğünü buluşturan, sınırları zorlayan bir anlatım biçimi.
Mensur şiir, ölçü (vezin) ve uyak (kafiye) gibi klasik şiir kurallarına bağlı kalmadan, düzyazı (nesir) biçiminde yazılan; ancak şiirsel bir dili, yoğun bir duygu atmosferi, imgeleri ve lirizmi içeren metinlerdir. Kısacası, şiirin özü, düzyazının kabuğundadır.
Bu türün öncüsü, 19. yüzyılda Fransız edebiyatında ortaya çıkan Aloysius Bertrand'dır. Onun "Gaspard de la Nuit" (Gece Çırağı Gaspard) adlı eseri, ilk mensur şiir örnekleri sayılır. Ancak türü asıl zirveye taşıyan isim, ünlü şair Charles Baudelaire olmuştur. Baudelaire'in "Küçük Mensur Şiirler" (Le Spleen de Paris) adlı eseri, türün klasik bir başyapıtıdır.
Türk edebiyatına mensur şiir, Servet-i Fünun (Edebiyat-ı Cedide) döneminde (1896-1901) girmiş ve bu akımın en önemli yeniliklerinden biri olmuştur.
"Mensur Şiirler" (1889) ve "Mezardan Sesler" adlı kitaplarıyla türün ilk ve en güçlü temsilcisidir. Özellikle "Bir Ölünün Defteri" gibi metinlerde, hüzün, ölüm ve yalnızlık temalarını işlemiştir.
"Siyah İnciler" adlı eseri, mensur şiirin duygusal ve romantik yönünü öne çıkaran önemli bir örnektir.
Şair kimliğiyle, "Evrak-ı Eyyam" adlı eserinde gezi yazısı ile mensur şiir arasında gidip gelen, şiirsel betimlemelerle dolu metinler kaleme almıştır.
Mensur şiir, edebiyatta biçimsel kalıpları yıkarak ifade özgürlüğünün genişlemesine katkıda bulunmuştur. Modern ve postmodern edebiyatta, şiir ile düzyazı arasındaki sınırların iyice belirsizleştiği metinlerin (deneysel metinler, kurmacalar) habercisi sayılabilir. Günümüzde birçok yazar ve şair, sosyal medya paylaşımlarında dahi bu türün kısa, yoğun ve çarpıcı anlatım imkânlarından faydalanmaktadır.
Sonuç olarak, mensur şiir, edebiyatımızda "Sanat için sanat" anlayışının bir ürünü olarak doğmuş, duygunun ve estetiğin, biçimsel kuralların önüne geçtiği özgür bir ifade alanı yaratmıştır. Okurken bir hikâyenin akışına kapılmak yerine, her cümlenin derinliğinde hisler ve imgelerle baş başa kalmak isteyenler için benzersiz bir türdür.