F. Scott Fitzgerald'ın 1925 tarihli başyapıtı Muhteşem Gatsby, sadece unutulmaz bir aşk hikayesi değil, aynı zamanda "Amerikan Rüyası"nın eleştirel bir portresidir. Roman, 1920'lerin Caz Çağı'nda geçer ve zenginlik, sınıf atlama, aşk ve hayal kırıklığı gibi temaları derinlemesine işler.
Romanın merkezinde, herkesin çaba ve azimle başarılı olabileceği fikri olan Amerikan Rüyası yatar. Jay Gatsby, bu rüyanın somutlaşmış halidir. Fakir bir çocukken, servet ve statü sahibi olmak için her şeyi yapar. Ancak Fitzgerald, Gatsby'nin bu başarısının altında yatan yasadışı işler ve kimlik değiştirme gibi unsurlarla, bu rüyanın karanlık ve sahte yüzünü gözler önüne serer.
Gatsby'nin tüm serveti ve verdiği görkemli partiler, aslında tek bir amaca hizmet eder: Daisy Buchanan'ı geri kazanmak. Daisy, Gatsby için sadece bir kadın değil, aynı zamanda ulaşmaya çalıştığı sosyal sınıfın, saflığın ve kusursuz geçmişin bir sembolüdür. Ancak roman, "geçmişin tekrarlanamayacağı" gerçeği üzerine kuruludur. Gatsby'nin Daisy'yi ve kaybettikleri zamanı geri getirme çabası, trajik sonunu hazırlar.
Fitzgerald, romanda toplumu keskin çizgilerle ayırır:
Bu ayrım, servetin kaynağı ne olursa olsun, üst sınıfın ahlaki boşluğunu ve bencilliğini vurgular. Tom ve Daisy, yaptıkları yıkıma rağmen, parasal güçleri sayesinde sorumsuzca hayatlarına devam ederler.
Roman, ana fikri güçlendiren güçlü sembollerle doludur:
Muhteşem Gatsby'nin ana fikri, Amerikan Rüyasının bir yanılsama olduğudur. Roman, maddi başarının mutluluk ve ait olma getirmediğini; aksine, yozlaşmış sosyal değerler, sınıf ayrımlarının aşılamaz doğası ve geçmişe olan saplantının bireyi yalnızlığa ve trajediye sürükleyebileceğini anlatır. Gatsby'nin hikayesi, rüyaların peşinden koşmanın değil, yanlış ve ulaşılamaz rüyaların peşinden koşmanın tehlikesi hakkında zamansız bir uyarıdır.