Soğuk Savaş döneminin ve modern uluslararası güvenlik mimarisinin en önemli yapı taşlarından biri olan NATO'nun (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) tarihi ve Türkiye'nin bu ittifaktaki yeri, hem küresel politika hem de Türk dış politikası açısından kritik öneme sahiptir.
İkinci Dünya Savaşı'nın ardından dünya, ABD önderliğindeki Batı Bloku ile Sovyetler Birliği önderliğindeki Doğu Bloku arasında bölünmüştü. Bu gerilimli ortamda, Batı Avrupa'nın güvenliğini sağlamak ve Sovyet yayılmacılığına karşı kolektif bir savunma mekanizması oluşturmak amacıyla NATO, 4 Nisan 1949 tarihinde Washington Antlaşması ile kuruldu.
Kurucu üyeler 12 ülkeydi: ABD, Kanada, İngiltere, Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Danimarka, Norveç, İzlanda ve Portekiz. Örgütün temel taahhüdü, ünlü 5. Madde ile ifade edilir: "Taraflardan birine yöneltilen silahlı bir saldırı, hepsine yöneltilmiş bir saldırı sayılacaktır."
Türkiye, Soğuk Savaş'ın başlangıcında jeopolitik konumu nedeniyle kritik bir öneme sahipti. Sovyetler Birliği'nin Boğazlar ve Doğu Anadolu üzerindeki talepleri, Türkiye'yi Batı ittifakına yakınlaştırdı. Kore Savaşı'na (1950) asker göndererek Batı bloğuna bağlılığını somut olarak gösterdi.
Bu çabaların sonucunda, Türkiye ve Yunanistan, 18 Şubat 1952 tarihinde NATO'ya resmen üye olarak kabul edildiler. Bu üyelik, Türkiye için:
NATO'nun üye sayısı zaman içinde genişledi ve bugün 32 ülkeye ulaştı. Türkiye, ittifak içinde ikinci en büyük orduya sahip ülke olarak önemli bir askeri güç ve jeostratejik aktördür. İncirlik Üssü gibi kritik tesisleri barındırması ve Ortadoğu, Karadeniz, Balkanlar gibi istikrarsız bölgelere komşu olması, Türkiye'ye NATO nezdinde benzersiz bir konum kazandırmaktadır.
Sonuç olarak, NATO'nun kuruluşu Soğuk Savaş düzeninin bir ürünü iken, Türkiye'nin üyeliği hem kendi güvenlik politikasının hem de ittifakın coğrafi ve stratejik yayılmasının bir dönüm noktası olmuştur. İttifak ve Türkiye arasındaki bu ilişki, değişen küresel dengeler çerçevesinde şekillenmeye devam etmektedir.