Anadolu Selçuklu Devleti'nin dağılma sürecinde, tarihin akışını değiştirecek yeni bir güç filizleniyordu. Söğüt ve Domaniç çevresinde küçük bir uç beyliği olarak başlayan bu serüven, üç kıtaya yayılan bir imparatorluğun temelini oluşturacaktı. Osmanlı Beyliği'nin kuruluşu, sadece bir siyasi oluşumun değil, yeni bir devlet anlayışının, kültürün ve medeniyetin başlangıcıdır.
13. yüzyılın sonları, Anadolu için bir geçiş dönemiydi. 1243 Kösedağ Savaşı ile Moğollar karşısında ağır bir yenilgi alan Anadolu Selçuklu Devleti, gücünü kaybetmiş ve çeşitli Türkmen beylikleri (beylikler dönemi) bağımsız hareket etmeye başlamıştı. Bu beyliklerden biri de, Kayı boyuna mensup Ertuğrul Gazi önderliğindeki topluluktu. Bizans sınırına (uç bölgesine) yerleştirilen Kayılar, hem Moğol baskısından uzakta hem de gaza ve fetih ruhunun canlı olduğu bir konumdaydı.
Ertuğrul Gazi'nin vefatının ardından beyliğin başına geçen oğlu Osman Bey, devlete adını verecek olan kurucu liderdir. Geleneksel olarak 1299 yılı, beyliğin tam bağımsızlığını ilan ettiği ve Osmanlı Devleti'nin kuruluş tarihi kabul edilir. Osman Bey'in liderliğindeki beyliğin başarısının ardındaki dinamikler şunlardı:
Osmanlı Beyliği'nin kuruluşu, sıradan bir beylikten öte, sistematik ve uzun vadeli bir devletleşme projesi olarak okunmalıdır. Kuruluşta atılan temel ilkeler – adalet, hoşgörü, meritokrasi (liyakate dayalı yükselme), sürekli gelişme (fütuhat) ve pragmatik diplomasi – devletin sonraki 600 yıllık serüveninin de anahtarı oldu. Küçük bir beylik, bu sağlam temeller üzerinde inşa edilerek, dünya tarihine damga vuracak bir cihan devletine dönüşecekti.
Sonuç olarak, Osmanlı'nın kuruluş hikayesi, bir liderin vizyonu, bir topluluğun inancı ve tarihsel koşulların bir araya gelmesiyle yazılan destansı bir başlangıçtır. Söğüt'te filizlenen bu fidan, kısa sürede kök salacak ve dallarını üç kıtaya uzatacaktı.