Osmanlı Devleti’nin yönetim yapısını anlamak için en kritik makamlardan biri hiç şüphesiz Sadrazamlıktır. Padişahtan sonra devletin en yetkili ismi olan ve Vezir-i Azam (Büyük Vezir) olarak da anılan bu makam, Osmanlı siyasi tarihinin merkezinde yer almıştır. Bu makalede, sadrazamın görevlerini, yetkilerini ve tarihsel önemini keşfedeceğiz.
"Sadrazam" kelimesi Farsça'da "büyük, yüce kapı" anlamına gelir. Makam, Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminden itibaren var olmuş, ancak özellikle Fatih Sultan Mehmet döneminde (15. yüzyıl) Kanunname ile yetkileri daha net çizilmiş ve kurumsallaşmıştır. Padişahın mutlak vekili olarak, onun mührünü taşıma yetkisine sahip tek kişiydi.
Sadrazam, devletin hem iç hem de dış işlerinden sorumlu baş bakandı. Görevleri şu ana başlıklarda toplanabilir:
Sadrazamın gerçek gücü, padişahın karakterine ve dönemin siyasi koşullarına göre değişirdi. Güçlü padişahlar döneminde (Kanuni, Fatih) icracı bir rol oynarken, zayıf veya çocuk padişahlar döneminde (17. yüzyıl sonrası) neredeyse mutlak bir yönetici haline gelebilirdi. Bu durum, Köprülü Mehmet Paşa gibi güçlü sadrazamların döneminde açıkça görülmüştür.
Sadrazamı simgeleyen en önemli nesne, padişahtan devraldığı mühr-ü hümayun (padişah mührü) idi. Ayrıca, "kubbe altı"nda oturması ve "kubbe veziri" olarak anılması, makamının yüceliğini vurgulardı. Törenlerde ve seferlerde kendine özgü kıyafetleri ve alayı bulunurdu.
18. ve 19. yüzyıllarda, Batılılaşma reformlarıyla birlikte sadrazamlık makamı da değişime uğradı. 1836'da Başvekil, 1876 Kanun-ı Esasi (Anayasa) ile de Başbakan unvanını aldı. Osmanlı İmparatorluğu'nun sonuna kadar bu isimlerle varlığını sürdürdü. Cumhuriyet'in ilanından sonra ise yerini Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık makamına bıraktı.
Sonuç olarak, sadrazam Osmanlı tarihinin en kompleks ve güçlü makamlarından biriydi. Devletin zirvesindeki bu pozisyon, yüzyıllar boyunca hem büyük başarıların hem de trajik sonların (idam, azil) sahnesi oldu. Osmanlı siyasi kültürünü anlamak, bu "ikinci adam"ın rolünü anlamaktan geçer.