Edebiyatımızda, özellikle klasik Türk edebiyatında (Divan edebiyatı) sıkça karşılaştığımız ve metinlere ahenk katan önemli bir sanat olan seci, günümüz okuru için merak konusu olabilir. Bu yazıda, seci sanatının ne olduğunu, nasıl uygulandığını ve edebiyatımızdaki yerini keşfedeceğiz.
Seci, düz yazıda (nesir) cümle sonlarında veya bazen cümle içlerinde, anlamca farklı ama sesçe aynı veya benzer sözcüklerin kullanılmasıyla oluşturulan bir ahenk sanatıdır. Kısaca, nesirdeki kafiyeye seci denir diyebiliriz. Şiirdeki kafiye gibi, seci de metne bir müzikalite ve ritim katar.
Seci, kullanıldığı yere göre ikiye ayrılır:
En yaygın kullanılan secidir. Cümlelerin bitişinde, anlamca farklı ama sesçe uyumlu kelimeler kullanılır.
Örnek: "Gönlümü aldın, aklımı çaldın." → "aldın" ve "çaldın" kelimeleri cümle sonlarında seci oluşturur.
Secili kelimeler cümlenin ortasında, genellikle birbirine paralel yapıdaki bölümlerin sonunda bulunur.
Örnek: "Dost acı söyler, düşman tatlı." → "söyler" ve "tatlı" kelimeleri tam kafiye olmasa da seci etkisi yaratır.
Seci, özellikle Divan edebiyatı nesrinde (inşa), secili nesir olarak adlandırılan üslubun temel taşıdır. Tarih kitaplarında, mektuplarda (münşeat), dinî ve ahlaki öğüt metinlerinde sıkça kullanılmıştır. Sinân Paşa'nın "Tazarrunâme"si, Veysî ve Nergisî'nin eserleri secili nesrin en güzel örneklerindendir.
"Gönül hanesinin mihrabına aşkın nuru düştü. Aklın şehrine hayalin fethi oldu. Gözün çeşmesine yaşın seli doldu."
Bu örnekte "düştü", "oldu" ve "doldu" kelimeleri cümle sonlarında kusursuz bir seci oluşturmaktadır.
Seci, kökleri Arap edebiyatına dayanan ve Türk edebiyatında zirve yapan bir söz sanatıdır. Günümüzde, şiirsel anlatımın nesre uyarlanmış hali olarak düşünebileceğimiz bu sanat, dilimizin ahenk ve zenginlik potansiyelini gösteren önemli bir mirastır. Modern metinlerde nadiren kullanılsa da, edebiyat tarihimizi anlamak ve dilimizin musikisini keşfetmek için seci sanatını tanımak oldukça değerlidir.