Edebiyat tarihimizde 1896-1901 yılları arasında etkili olan Servet-i Fünun (veya Edebiyat-ı Cedide) topluluğu, getirdiği köklü değişikliklerle bir dönüm noktasıdır. Bu dönemin en belirgin ve tartışmalı özelliği ise benimsediği "Sanat için Sanat" anlayışıdır. Peki bu anlayış ne anlama geliyordu ve Türk edebiyatını nasıl şekillendirdi?
Bu anlayış, sanatın herhangi bir dini, ahlaki, siyasi veya toplumsal amaç gütmeden, yalnızca estetik güzellik ve sanatsal mükemmellik uğruna yapılması gerektiğini savunur. Servet-i Fünun sanatçılarına göre, sanat, toplumu eğitmek ya da düzeltmek için bir araç değil, kendi içinde bir amaçtır.
Sanatçılar, özellikle şiirde, dili bir kuyumcu titizliğiyle işlemişlerdir. Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalardan oluşan ağır, süslü ve oldukça kapalı bir dil kullanılmıştır. Amaç, herkesin anlayabileceği sade bir anlatım değil, seçkin bir zümrenin zevk alabileceği estetik bir labirent yaratmaktı.
Eserlerde toplumsal meseleler neredeyse hiç yer bulmaz. Bunun yerine:
"Sanat için Sanat" anlayışı, onları Batı edebiyatına, özellikle Fransız Parnasizm ve Sembolizm akımlarına yöneltti. Şiirde sone, terza-rima gibi yeni nazım şekilleri; düz yazıda ise Batılı anlamda ilk gerçek roman ve hikaye örnekleri bu dönemde verilmiştir.
Tevfik Fikret başlangıçta bu anlayışı benimsemiş olsa da, daha sonra "Toplum için Sanat" anlayışına yönelmiştir. Cenap Şahabettin ise bu anlayışın en katı ve teorik savunucusu olmuştur. Halit Ziya Uşaklıgil romanlarıyla, Mehmet Rauf ise psikolojik tahlilleriyle bu estetik kaygıyı düz yazıya taşımışlardır.
Servet-i Fünun'un "Sanat için Sanat" anlayışı, Türk edebiyat tarihinde bir zihniyet değişimini temsil eder. Toplumsal faydadan çok estetik değeri önceleyen bu tutum, edebiyatımızın teknik ve biçimsel olarak gelişmesine büyük katkı sunarken, aynı zamanda elitist ve içe kapanık bir karaktere bürünmesine de neden olmuştur. Bu ikili yapı, onu hem övgü hem de eleştiri odağı haline getirmiştir. Bugün dönüp baktığımızda, Servet-i Fünun, edebiyatımızın modernleşme sancılarını ve sanatın özerkliğine dair ilk ciddi arayışlarını simgeleyen kritik bir köşe taşıdır.