Osmanlı İmparatorluğu’nun altı asır boyunca üç kıtada hüküm sürmesinin ardında, sadece güçlü bir ordu ve siyasi yapı değil, aynı zamanda köklü bir sosyal dayanışma ve hayır kurumu olan vakıf sistemi yatar. Bu sistem, devletin resmi yapısının ulaşamadığı alanlara hayat veren, toplumu bir arada tutan ve bir medeniyet inşa eden en önemli unsurlardan biriydi.
Vakıf, bir kişinin veya ailenin, taşınır veya taşınmaz mal varlığının bir kısmını veya tamamını, kamunun yararına ve sürekli olacak şekilde Allah rızası için bağışlamasıdır. Bu bağışın geliri, vakfın kuruluş amacı (hayrat) ve bu amacı sürdürecek görevlilerin (cihat) maaşları için kullanılırdı. Vakıf, İslam hukukuna dayanan ve toplumsal sorumluluğu kurumsallaştıran bir modeldir.
Sistem, son derece organize ve hukuki denetime tabiydi. Bir vakfın kurulması için gerekenler:
Osmanlı devleti modern anlamda bir sosyal devlet değildi. Bu boşluğu vakıflar dolduruyordu. İhtiyaç sahiplerine yapılan yardımlar (aşevleri, para dağıtımı), sağlık hizmetleri (darüşşifalar, bimarhaneler) ve eğitim (medreseler, kütüphaneler) neredeyse tamamen vakıflar aracılığıyla yürütülüyordu.
Medreselerin müderris (profesör) maaşları, talebelerin burs ve barınma ihtiyaçları, kütüphanelerin kitap alımları ve mücellit (ciltci) giderleri vakıf gelirleriyle karşılanırdı. Süleymaniye ve Fatih Külliyeleri bunun en görkemli örnekleridir.
Vakıflar sadece bina yapmakla kalmaz, şehrin can damarı olan altyapıyı da inşa eder ve işletirdi:
Padişahtan esnafa kadar herkes vakıf kurardı. Bu, yönetici sınıfın halkla arasında bir sadaka-i cariye (sürekli hayır) bağı kurar, sosyal adalet duygusunu pekiştirir ve devlete meşruiyet kazandırırdı.
Vakıf mallarının işletilmesi, inşaat ve bakım işleri binlerce kişiye istihdam sağlardı. Vakıf gelirleri ekonomide sürekli bir döngü ve canlılık yaratırdı.
Osmanlı vakıf sistemi, devletin çöküş döneminde bozulmaya ve yozlaşmaya uğrasa da, modern Türkiye’nin pek çok eğitim ve sağlık kurumunun temelini oluşturmuştur. Günümüzdeki birçok vakıf ve dernek, bu kadim geleneğin bir devamı niteliğindedir. Osmanlı’yı anlamak için savaş meydanlarından çok, bir sebilin çeşmesinden akan suyun, bir medresede okutulan dersin ve bir darüşşifada şifa bulan hastanın hikayesine, yani vakıf medeniyetinin ruhuna bakmak gerekir.
Osmanlı, vakıflar sayesinde sadece bir devlet değil, aynı zamanda kökleri derinlerde, dalları toplumun her köşesine uzanan bir hayır medeniyeti inşa etmiştir. 🌳