Albert Camus'nun 1942 tarihli başyapıtı Yabancı, sadece edebi bir şaheser değil, aynı zamanda Absürdizm felsefesinin de en çarpıcı anlatımlarından biridir. Roman, hayatın anlamsızlığı karşısında kayıtsız kalan ve toplumsal normlara yabancılaşan bir bireyin, Meursault'nun hikayesini anlatır. Bu yazı, Yabancı romanının ana fikri olan absürdizmi mercek altına alıyor.
Absürdizm, insanın evrende anlam arayışı ile bu anlamın var olmaması (evrenin sessiz ve kayıtsız kalması) arasındaki çatışmaya dayanan bir felsefi düşüncedir. Camus'ye göre, bu çatışma "absürt" durumu doğurur. İnsan, yaşamın bir anlamı olmasını umut eder, ancak evren bu umuda cevap vermez. İşte bu noktada, bu absürt durumla nasıl yüzleşeceğimiz sorusu ortaya çıkar.
Romanın kahramanı Meursault, absürt bir kahramanın prototipidir. Onun davranışları ve düşünceleri, geleneksel toplum değerlerinden tamamen kopuktur.
Romanın ana fikri, hayatın doğası gereği anlamsız olduğu ve bu anlamsızlık karşısında geleneksel inançların (din, ahlak, toplum kuralları) birer kaçış olduğudur. Camus, bu kaçışları "intihar" ve "felsefi intihar" olarak reddeder.
Meursault, sonunda idam cezasına çarptırıldığı hücresinde, bu absürt gerçeği kabul eder ve bir tür özgürlüğe kavuşur. Geceyi seyrederken, gökyüzünün "o kadar nötr, o kadar derin" olduğunu hisseder ve hayatın anlamsızlığını tüm kalbiyle kabul eder. Bu, onun isyanıdır: Anlam aramayı bırakıp, varoluşun kendisini, tüm anlamsızlığıyla birlikte kucaklamak. İdamı beklerken, "İlk defa, bu acımasız dünyanın mutlu olduğunu açtığı yüreğimle anladım," diyerek, absürt bir şekilde huzur bulur.
Yabancı, bize rahat ve anlam dolu bir dünya vaat etmez. Aksine, bizi hayatın temelindeki anlamsızlıkla yüzleşmeye davet eder. Camus'nun mesajı, bu anlamsızlıktan kaçmak yerine, onu kabul edip yaşamaya devam etmekte ve bu absürt koşullar içinde kendi deneyimlerimizin bilincine varmakta yatar. Meursault, bu yüzleşmenin trajik ama aynı zamanda özgürleştirici bir kahramanıdır.