Öncelikle önemli bir ayrım yapalım: Yer çekimi "bulunan" bir şey değildir. İnsanlar, nesnelerin yere düştüğünü her zaman gözlemlemiştir. Asıl önemli olan, bu olgunun matematiksel olarak formüle edilmesi ve evrensel bir yasa olarak tanımlanmasıdır. Bu süreç, tek bir kişiye değil, birçok bilim insanının katkısıyla gelişmiştir.
İngiliz fizikçi ve matematikçi Sir Isaac Newton (1643-1727), 1687'de yayımlanan Philosophiæ Naturalis Principia Mathematica (Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri) adlı eseriyle, konuyu birleştirip evrensel bir yasa haline getirdi.
\( F = G \frac{m_1 m_2}{r^2} \)
Burada:
F = İki cisim arasındaki çekim kuvveti
G = Evrensel çekim sabiti
m₁, m₂ = Cisimlerin kütleleri
r = Cisimlerin merkezleri arasındaki uzaklık
20. yüzyılda Albert Einstein, Newton'ın mükemmel teorisini daha da geliştirdi. 1915'te yayımladığı Genel Görelilik Teorisi ile yer çekiminin, kütlenin uzay-zaman dokusunda yarattığı bir eğrilikten kaynaklandığını öne sürdü. Bu, özellikle çok büyük kütleler ve yüksek hızlar söz konusu olduğunda daha kesin sonuçlar veren bir teoridir. Newton'ın teorisi, günlük ölçeklerde hâlâ geçerliliğini korumaktadır.
Yer çekimi fikri, tek bir kişi tarafından "bulunmamıştır". Aristoteles'ten Galileo'ya, Kepler'den Newton'a uzanan bir anlayış evriminin ürünüdür. Newton'ın rolü, bu gözlemleri evrensel bir matematiksel yasa haline getirip birleştirmek olmuştur. Einstein ise bu anlayışı kökten bir şekilde yeniden tanımlayarak teorik fiziğin sınırlarını genişletmiştir.
📖 Anahtar Çıkarım: Bilimsel ilerleme, genellikle bir "anda buluş"tan ziyade, birikimli gözlem, deney ve matematiksel modelleme sürecidir. Yer çekimi, bu sürecin en güzel örneklerinden biridir.