Suzanne Collins'in distopik başyapıtı Açlık Oyunları serisi, sadece heyecan dolu bir hayatta kalma hikâyesi anlatmakla kalmaz; aynı zamanda derinlikli, karmaşık ve bir o kadar da insani karakterler sunar. Bu karakterlerin en önemlileri şüphesiz Katniss Everdeen ve Peeta Mellark'tir. İkili, sadece oyunlarda değil, Panem'in baskıcı rejimine karşı verilen mücadelenin de simgesi haline gelmiştir.
Katniss, 12. Bölge'den gelen, hayatta kalmak için sürekli mücadele eden genç bir avcıdır. Küçük kız kardeşi Prim'i koruma içgüdüsüyle başladığı yolculuk, onu bir devrimin sembolü haline getirir.
Katniss'in en büyük gelişimi, kişisel hayatta kalma mücadelesinden, tüm Panem'in özgürlüğü için savaşan bir lidere dönüşmesidir. O, "Gönülsüz Mızrak" olarak başladığı yolda, insanların gönülden inandığı bir sembole evrilir.
Peeta, 12. Bölge'de bir fırıncının oğludur. Katniss'in aksine, fiziksel savaşçılıktan çok, zekası, stratejisi ve insan ilişkilerindeki ustalığıyla hayatta kalır.
Katniss ve Peeta'nın ilişkisi, serinin kalbinde yer alır. Bu ilişki, başlangıçta Peeta'nın hayatta kalmak için önerdiği bir "kurgu" olsa da, zamanla gerçeğe dönüşür. Ancak bu, sancılı bir süreçtir:
Bu iki karakter, Panem'deki mücadelenin farklı yüzlerini temsil eder:
Katniss, isyanın, öfkenin ve değişim için gereken fedakarlığın sembolüdür.
Peeta ise insanlığın, merhametin ve savaş sonrası inşaa edilecek olan umudun temsilcisidir.
Birlikte, sadece bir diktatörlüğü yıkmak için değil, onun yarattığı tahribatın üstesinden gelmek için de gereken dengeyi oluştururlar.
Sonuç olarak, Açlık Oyunları'nın gücü, sadece aksiyon dolu sahnelerden değil, Katniss ve Peeta gibi tamamen insani, kusurlu, gelişen ve izleyiciyi/okuyucuyu derinden etkileyen karakterler yaratabilmesinden gelir. Onların hikâyesi, sevginin, umudun ve insan ruhunun dayanıklılığının, en karanlık zamanlarda bile nasıl bir ışık olabileceğinin kanıtıdır.