Küresel kalkınma haritasına baktığımızda, birçok az gelişmiş ülkenin nüfus artış hızını kontrol altına almaya yönelik politikalar izlediğini görürüz. Bu durum, ilk bakışta paradoksal gelebilir; zira nüfus genellikle "güç" ve "iş gücü" ile ilişkilendirilir. Ancak, ekonomik ve sosyal yapıların belirli bir gelişmişlik seviyesinin altında olduğu ülkelerde, hızlı nüfus artışı bir fırsattan ziyade ağır bir yük haline gelebilir. Peki, bu ülkeler neden nüfus artışını sınırlamak ister? İşte bu karmaşık sorunun ardındaki temel nedenler.
Az gelişmiş ülkelerin en belirgin özelliği, sınırlı kaynaklarla karşı karşıya olmalarıdır. Hızlı nüfus artışı, bu kıt kaynaklar üzerinde büyük bir baskı oluşturur.
Nüfus artış hızı, sağlık, eğitim ve altyapı sistemlerinin kapasitesini aşabilir.
Demografik geçiş sürecinde, doğum oranlarının düşmeye başlamasıyla birlikte, çalışma çağındaki nüfusun toplam nüfusa oranının arttığı bir "demografik fırsat penceresi" oluşur. Az gelişmiş ülkeler, doğurganlık oranlarını yeterince hızlı düşüremezlerse, bu pencereden yararlanıp kalkınma hamlesi yapma şansını kaybederler. Bunun yerine, bağımlı (çocuk ve yaşlı) nüfus oranı yüksek, tüketimi fazla bir yapıyla mücadele etmek zorunda kalırlar.
Hızlı nüfus artışı, ormansızlaşma, toprak erozyonu, su kirliliği ve biyolojik çeşitlilik kaybı gibi çevresel sorunları hızlandırır. Sınırlı ekosistemler, artan talebi karşılayamaz hale gelir. Bu da gıda güvenliğini tehdit eder ve iklim değişikliğinin etkilerini şiddetlendirir.
Az gelişmiş ülkelerin nüfus artışını kontrol altına alma isteği, aslında bir "kalkınma" ve "yaşam kalitesini yükseltme" arayışıdır. Amaç, mutlak anlamda nüfusu azaltmaktan ziyade, nüfus artış hızını, ekonomik büyüme ve kaynak artış hızıyla uyumlu hale getirmektir. Bu sayede, mevcut ve gelecek nesiller için daha iyi eğitim, sağlık, istihdam olanakları ve sürdürülebilir bir çevre sağlanabilir.
Unutulmamalıdır ki, bu politikalar bağlamına göre değişir ve her zaman etik tartışmaları da beraberinde getirir. Başarılı nüfus planlaması, zorlamadan ziyade eğitim (özellikle kadın eğitimi), sağlık hizmetlerine erişim ve sosyo-ekonomik kalkınma ile el ele yürür.