Biyoloji ve tıp bilimleri, tarih boyunca birbirini besleyerek insanlığın sağlık ve hastalıkları anlama serüveninde büyük adımlar atılmasını sağlamıştır. Bu süreçteki bazı kritik dönüm noktaları şunlardır:
17. yüzyılda Anton van Leeuwenhoek'un geliştirdiği mikroskop, insan gözünün göremediği yepyeni bir dünyanın kapılarını araladı. "Animalcules" (küçük hayvancıklar) adını verdiği mikroorganizmaları gözlemledi. Bu keşif, daha sonra Louis Pasteur ve Robert Koch gibi bilim insanlarının çalışmalarıyla birleşerek Mikrop Teorisi'nin temelini oluşturdu. Hastalıkların "kendiliğinden oluşmadığını", spesifik mikroorganizmalardan kaynaklandığını anlamamızı sağladı. Bu, cerrahide antisepsinin (Joseph Lister), aşının ve antibiyotiklerin geliştirilmesinin önünü açtı.
1796'da Edward Jenner, sığır çiçeği hastalığının insanları ölümcül çiçek hastalığından koruyabildiğini gözlemledi ve ilk başarılı aşıyı geliştirdi. Bu olay, bağışıklık bilimi (immünoloji)nin doğuşu ve modern aşılama programlarının başlangıcı kabul edilir. Çiçek hastalığı, aşılama sayesinde 1980 yılında Dünya Sağlık Örgütü tarafından yeryüzünden tamamen silinen ilk hastalık olmuştur.
19. yüzyılda Gregor Mendel'in bezelye bitkileriyle yaptığı çaprazlama deneyleri, özelliklerin nesilden nesile nasıl aktarıldığını matematiksel prensiplerle açıkladı. Çalışmaları, o dönemde pek anlaşılmasa da 20. yüzyılın başında yeniden keşfedildi ve genetiğin temelini oluşturdu. Bugün genetik hastalıkların tanısı, kişiye özel tedaviler ve gen terapisi gibi alanların hepsi Mendel'in çalışmalarına dayanmaktadır.
1953 yılında James Watson, Francis Crick, Rosalind Franklin ve Maurice Wilkins'in katkılarıyla DNA'nın çift sarmal yapısının keşfi, biyolojide bir devrim yarattı. Kalıtımın kimyasal temeli anlaşıldı. Bu keşif, şu gelişmelerin önünü açtı:
1928'de Alexander Fleming'in penisilini keşfetmesi, modern tıbbın en önemli dönüm noktalarından biridir. Daha önce ölümcül olan bakteriyel enfeksiyonlar (zatürre, menenjit, sepsis) artık tedavi edilebilir hale geldi. Bu keşif, ortalama insan ömrünü önemli ölçüde uzattı ve cerrahi müdahalelerin riskini büyük oranda azalttı.
Bu dönüm noktaları, biyolojideki temel keşiflerin tıp bilimini nasıl kökten değiştirdiğini göstermektedir. Mikroskobik dünyanın, genlerin ve moleküllerin anlaşılması, hastalıkların tedavisinden çok önlenmesine ve kişiselleştirilmiş tıp uygulamalarına doğru evrilmemizi sağlamıştır. Biyoloji ve tıp arasındaki bu simbiyotik ilişki, gelecekte de yeni tedaviler ve insan sağlığını iyileştirecek yenilikler getirmeye devam edecektir.