Fyodor Dostoyevski'nin 1869'da yayımlanan Budala adlı romanı, edebiyat tarihinin en derin ve en tartışmalı karakterlerinden biri olan Prens Lev Nikolayeviç Mişkin'in hikayesini anlatır. Roman, toplumun "budala" olarak gördüğü, saf iyilik ve saflık timsali bir adamın, çıkarcılığın, tutkunun ve ikiyüzlülüğün hüküm sürdüğü bir dünyadaki trajik varoluş mücadelesini konu alır. İşte bu başyapıtın detaylı bir özeti ve temel çatışmaları.
İsviçre'de geçirdiği birkaç yılın ardından, sara hastalığının tedavisi için gittiği sanatoryumdan dönen Prens Mişkin, Petersburg'a gelir. Burada, tanıştığı General Yepançin ailesi ve diğer karakterler aracılığıyla, 19. yüzyıl Rus aristokrasisinin yozlaşmış, dedikoducu ve çıkarcı dünyasına adım atar. Mişkin'in saf ve doğrudan tavırları, bu dünyada yadırganır ve ona "budala" denilmesine neden olur.
Olaylar, güzel ve talihsiz Nastasya Filipovna'nın etrafında döner. Ona sahip olmak isteyen iki erkek vardır: Onu bir "melek" olarak gören, kurtarmak isteyen saf Prens Mişkin ve onu saplantılı bir aşkla seven, sahip olmak isteyen karanlık Parfyon Rogojin. Nastasya Filipovna ise kendini değersiz hissedip yıkıcı kararlar alarak bu iki erkeğin arasında gidip gelir.
Mişkin, bir yandan Nastasya Filipovna'ya duyduğu acıma ve sorumluluk hissi, diğer yandan Aglaya'ya duyduğu sevgi arasında bocalar. Nastasya Filipovna, sonunda Mişkin ile evlenmeye karar verir ancak düğün gününde kendini "layık görmediği" bu mutluluktan kaçarak Rogojin'in yanına sığınır. Bu kaçış, trajik bir cinayetle sonuçlanır: Rogojin, kıskançlık ve çaresizlikle Nastasya Filipovna'yı öldürür.
Olayı öğrenen Mişkin, Rogojin'i teslim etmek yerine onunla birlikte ölü kadının başında sabahlar. Bu şok, Mişkin'in sara hastalığını tetikler ve zihinsel olarak tamamen çöker. Roman, Mişkin'in tekrar, bu sefer geri dönüşü olmayan bir şekilde, İsviçre'ye götürülüşüyle sona erer. "Budala", saf iyiliğin bu dünyada ayakta kalamayacağını gösteren acı bir tablo çizer.
Sonuç olarak, Budala, iyiliğin doğasını, insan ruhunun karmaşıklığını ve bireyin toplumla çatışmasını derinlemesine irdeleyen, okuyucuyu sarsan ve düşündüren bir edebi şaheserdir. Dostoyevski, Prens Mişkin aracılığıyla şu ezeli soruyu sorar: "Saf iyilik, gerçekten bu dünyada var olabilir mi, yoksa kaçınılmaz olarak yok edilir mi?"