İslam tarihinin en kritik dönüm noktalarından biri olan Hudeybiye Antlaşması, görünüşte Müslümanların aleyhine gibi duran maddelere rağmen stratejik bir siyasi zafer olarak kabul edilir. Bu antlaşma, Hz. Muhammed (s.a.v.) liderliğindeki Medine İslam Devleti ile Mekkeli müşrikler arasında, 628 yılında (Hicri 6. yıl) imzalanmıştır.
Hz. Muhammed (s.a.v.), rüyasında ashabıyla birlikte Kâbe'yi tavaf ettiğini görür. Bunun üzerine, umre yapmak niyetiyle, silahsız olarak 1400-1500 kadar sahabelerle Mekke'ye doğru yola çıkar. Mekkeliler, bu hareketi bir güç gösterisi ve savaş hazırlığı olarak algılayarak, Müslümanların şehre girişini engellemek için ordu gönderir. İki taraf, Mekke'ye 17-20 km mesafedeki Hudeybiye bölgesinde karşı karşıya gelir. Uzun müzakereler sonucu, savaşın eşiğinden dönülür ve bir barış antlaşması imzalanır.
İlk bakışta, özellikle Müslüman sığınmacıların iadesi maddesi, sahabeler tarafından ağır bulunmuş ve tepkiyle karşılanmıştır. Ancak antlaşmanın uzun vadede İslam'ın lehine dönüşmesini sağlayan stratejik kazanımları olmuştur:
Mekkeli müşrikler, Medine İslam Devleti'ni resmen tanımış ve onunla eşit bir taraf olarak müzakere etmiştir. Bu, devletin uluslararası itibarını artırmıştır.
10 yıllık barış süreci, Müslümanların komşu büyük güçlerle (Bizans, Sasaniler) ve Arap kabileleriyle ilişki kurmasına, İslam'ı yaymak için diplomatik faaliyetlere (örneğin, çeşitli hükümdarlara mektuplar) odaklanmasına imkan tanımıştır.
Savaş ortamının sona ermesi, insanların İslam'ı daha rahat araştırmasına ve kabul etmesine zemin hazırlamıştır. Antlaşmadan sonraki iki yıl içinde Müslüman olanların sayısı, o güne kadarki toplam sayıyı geçmiştir. Bu durum Kur'an-ı Kerim'de "Fetih" (Zafer) olarak nitelendirilmiştir (el-Fetih Suresi).
Antlaşmanın, Mekkelilerin müttefiki Benî Bekir kabilesi tarafından, Müslümanların müttefiki Huzâa kabilesine saldırılması ve Mekkelilerin bu saldırıyı desteklemesiyle bozulması, Mekke'nin Fethi (630) için meşru bir zemin hazırlamıştır.
Hudeybiye Antlaşması, tarihte kısa vadeli kayıpların uzun vadeli stratejik kazanımlara dönüşebileceğinin, sabrın ve diplomasinin savaş kadar etkili bir silah olabileceğinin klasik bir örneğidir. Barış ortamının, bir davetin yayılması için en verimli zemin olduğunu göstermiştir.