Tarık Buğra'nın 1970 yılında yayımlanan “İbiş’in Rüyası”, Türk edebiyatının unutulmaz karakterlerinden biri olan Naşit’in hayatından esinlenerek yazılmış bir başyapıttır. Roman, Cumhuriyet'in ilk yıllarında, bir tiyatro sanatçısının sanat aşkı, yükselişi, hayal kırıklıkları ve toplumla çatışmasını derinlikli bir şekilde ele alır.
Roman, Rıza Nejad adlı genç ve yetenekli bir tiyatro oyuncusunun hikayesini anlatır. Rıza, sahne adıyla “İbiş”, kendini tiyatro sanatına adamış, idealist bir karakterdir. Ancak onun sanat anlayışı ile dönemin ticari kaygılar taşıyan tiyatro dünyası ve toplumun sanata bakışı arasında derin bir uçurum vardır.
Rıza, sanatını icra edebilmek için sürekli bir mücadele verir. Bu süreçte, Neyyire ile olan aşkı, sanatçı arkadaşlarıyla ilişkileri ve toplumun ona biçtiği “küçük düşürücü” palyaço (İbiş) rolüne isyanı, romanın temel çatışmalarını oluşturur. Rıza’nın “rüyası”, saf ve yüksek sanatı halka ulaştırmaktır, ancak gerçekler bu rüyayı sürekli böler.
Roman, “yüksek sanat” ile “popüler/kitle sanatı” arasındaki gerilimi merkeze alır. Rıza, sanatın dönüştürücü gücüne inanırken, çevresi onu eğlence endüstrisinin bir parçası olarak görmek ister.
İbiş’in rüyası, sürekli ertelenen ve kirlenen bir idealdir. Bu, onu derin bir yalnızlığa ve hayal kırıklığına sürükler. Sanatçının anlaşılamamasının getirdiği trajik yalnızlık romanın en çarpıcı temasıdır.
“Rıza Nejad” mı yoksa seyircinin güldürmek istediği “İbiş” mi? Kahramanımız, toplumun ona dayattığı kimlik ile kendi olmak istediği kişi arasında bocalar.
Tarık Buğra, psikolojik tahlillerdeki ustalığını bu romanda da konuşturur. Rıza Nejad'ın iç dünyasını o kadar derinlikli aktarır ki, okur onun her hayal kırıklığını, her coşkusunu içinde hisseder. Roman, realist ve psikolojik bir anlatıma sahiptir. Diyaloglar ve mekan tasvirleri, karakterlerin ruh halini yansıtacak şekilde kurgulanmıştır.
“İbiş’in Rüyası”, sadece bir tiyatro sanatçısının hikayesi değil, idealist her bireyin toplum, gelenekler ve maddi gerçeklerle olan evrensel çatışmasının hikayesidir. Tarık Buğra, bu romanla okuru, sanatın doğası, fedakarlık ve kimlik üzerine düşündüren kalıcı bir eser bırakmıştır. Eser, Türk romanında “sanatçı romanı” türünün en başarılı örneklerinden biri kabul edilir.
📚 Tavsiye: Eğer sanat, birey-toplum çatışması ve derin karakter incelemelerinden hoşlanıyorsanız, bu roman sizi kendine bağlayacak ve okuduktan sonra uzun süre düşündürecektir.