Kurtuluş Savaşı'nın en tartışmalı kurumlarından biri olan İstiklal Mahkemeleri, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş sürecinde kritik bir rol oynamıştır. Bu özel mahkemelerin kuruluş gerekçelerini anlamak, Milli Mücadele döneminin olağanüstü şartlarını ve yeni bir devletin doğuş mücadelesini kavramak açısından büyük önem taşır.
İstiklal Mahkemeleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından 29 Nisan 1920 tarihinde, yani Meclis'in açılışından sadece 10 gün sonra kuruldu. Bu zamanlama bile durumun aciliyetini gösterir niteliktedir. Ülke işgal altındaydı, düzenli ordu henüz tam olarak teşkilatlanmamıştı ve Anadolu'nun çeşitli yerlerinde isyanlar baş göstermeye başlamıştı.
Mahkemelerin kuruluşunun resmi dayanağı, "Firariler Hakkında Kanun" idi. Ancak bu isim aldatıcı olabilir, çünkü mahkemelerin görev alanı sadece asker kaçaklarıyla sınırlı değildi. TBMM, bu kanunla kendisine "idam cezası dahil her türlü cezayı verme yetkisi" tanıyan özel yetkili mahkemeler tesis etmiş oldu.
Kurtuluş Savaşı'nın en büyük problemlerinden biri, asker kaçaklarının sayısının çok yüksek olmasıydı. Bazı kaynaklara göre, kaçak asker sayısı 300.000 ila 500.000 arasındaydı. Bu durum, cephedeki asker sayısını ciddi şekilde tehdit ediyordu. İstiklal Mahkemeleri, bu kaçakları hızlı bir şekilde yargılayarak cephe gerisindeki disiplini sağlamayı amaçladı.
Anadolu'da Milli Mücadele'ye karşı çıkan pek çok isyan hareketi vardı:
İstiklal Mahkemeleri, bu isyanların elebaşlarını ve destekçilerini hızlıca yargılayarak iç güvenliği sağlamakla görevlendirildi.
Savaş döneminde, düşman lehine propaganda yapan, halkın moralini bozan ve TBMM aleyhine çalışan kişileri cezalandırmak. Bu kapsamda, casusluk faaliyetleri de mahkemelerin yetki alanına giriyordu.
Henüz yeni kurulan TBMM'nin, tüm Anadolu'da otoritesini tesis etmesi gerekiyordu. İstiklal Mahkemeleri, Meclis'in gücünü ve varlığını ülkenin en ücra köşelerine kadar götüren bir araç işlevi gördü.
Savaş koşullarında, normal yargı süreçleri çok yavaş kalıyordu. İstiklal Mahkemeleri, temyiz yolu olmayan, kararları hemen uygulanan ve süreci hızlandırılmış bir yargı mekanizması olarak tasarlandı. Bu, bir "savaş hukuku" uygulamasıydı.
İstiklal Mahkemeleri, üyelerini TBMM'nin kendi içinden seçtiği özel mahkemelerdi. Her mahkeme bir savcı ve üç üyeden (hepsi milletvekili) oluşuyordu. Kararlar kesindi ve temyiz edilemezdi. İdam kararları bile Meclis onayı olmadan derhal infaz edilebiliyordu (1921'den sonra).
İstiklal Mahkemeleri, tarih yazımında en çok tartışılan konulardan biridir. Bir görüşe göre, bu mahkemeler Milli Mücadele'nin zaferle sonuçlanmasında hayati rol oynamıştır. Cephe gerisindeki düzeni sağlayarak, düzenli ordunun kurulmasına ve savaşın kazanılmasına katkıda bulunmuştur.
Diğer bir görüş ise, bu mahkemelerin olağanüstü yetkilerinin zaman zaman keyfi uygulamalara yol açtığını ve bazı masum insanların da bu süreçten zarar gördüğünü savunur. Özellikle tek parti dönemi sonrasında, mahkemelerin bazı uygulamaları eleştiri konusu olmuştur.
İstiklal Mahkemeleri, bir varoluş mücadelesi veren genç bir devletin, hayatta kalma içgüdüsüyle aldığı sert tedbirlerin kurumsal yansımasıdır. Onları, içinde bulundukları tarihsel koşullardan (savaş, işgal, isyan, yokluk) bağımsız değerlendirmek mümkün değildir. Tarihçilerin üzerinde uzlaştığı nokta, bu mahkemelerin Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasında önemli bir disiplin ve otorite aracı olduğudur. Ancak bu araç, demokratik hukuk normları açısından her zaman tartışmaya açık bir miras bırakmıştır.
Tarih, olanları olduğu gibi anlamak ve dönemin şartları içinde değerlendirmekle yükümlüdür. İstiklal Mahkemeleri de Türkiye'nin zorlu doğum sancılarının bir parçası olarak, bu perspektifle incelenmeyi hak eden bir konudur.