Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında, genç devletin ekonomik bağımsızlığını pekiştiren en önemli adımlardan biri Kabotaj Kanunu'dur. Bu kanun, yalnızca bir hukuki düzenleme değil, aynı zamanda bir bağımsızlık ve egemenlik simgesi olarak tarihe geçmiştir.
Kabotaj, bir ülkenin kendi limanları arasındaki deniz taşımacılığı, ticaret ve hizmetleri ifade eder. Yani, İstanbul'dan İzmir'e yük veya yolcu taşımak, balıkçılık yapmak, limanlarda yükleme-boşaltma işlemleri gibi faaliyetler kabotaj hakkı kapsamındadır.
Bu hak, devletler için büyük bir ekonomik ve stratejik öneme sahiptir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde bu hak, kapitülasyonlar nedeniyle yabancı bandıralı gemilere verilmişti.
Lozan Antlaşması'nda (1923) kabotaj hakkının Türkiye'ye bırakılması kararlaştırıldı. Ardından, 20 Nisan 1926 tarihinde kabul edilen “Kabotaj Kanunu” (Resmi Gazete: 15 Mayıs 1926) ile bu hak resmen Türk vatandaşlarına ve Türk bayraklı gemilere verildi. Kanun, 1 Temmuz 1926 tarihinde yürürlüğe girdi.
Kabotaj Kanunu, genç cumhuriyetin ekonomik bağımsızlık mücadelesinin bir taahhütnamesi niteliğindeydi. Yabancı şirketlerin elindeki bu kârlı sektör millileştirilerek:
Kanunun yürürlüğe girdiği 1 Temmuz tarihi, 1935'ten itibaren her yıl “Kabotaj ve Denizcilik Bayramı” olarak kutlanmaktadır. Bu bayram, Türk denizciliğinin gelişimini vurgulayan etkinlikler, deniz kuvvetleri törenleri ve şenliklerle geçer.
Kabotaj Kanunu, Türk denizcilik sektörünün temelini oluşturmuştur. Günümüzde bu ilke, uluslararası anlaşmalar ve Avrupa Birliği uyum süreci kapsamında bazı istisnalara açık olsa da, Türk bayraklı gemilerin ve denizcilerinin korunmasında temel bir dayanak olmaya devam etmektedir.
Sonuç olarak, Kabotaj Kanunu, Türkiye Cumhuriyeti’nin “Tam Bağımsızlık” ilkesinin denizlerdeki somut ifadesidir ve milli ekonomi politikalarının kilometre taşlarından biridir. 🏁