Mustafa Kemal Atatürk'ün gençlik yıllarında eğitim gördüğü Manastır şehri (bugünkü Makedonya'nın Bitola kenti), Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde bir etnik mozaiği andırıyordu. Şehirde Türkler, Arnavutlar, Sırplar, Bulgarlar, Rumlar ve diğer milletler bir arada yaşıyordu. Ancak bu çok uluslu yapı, aynı zamanda yoğun bir milliyetçilik hareketleri ve etnik çatışmalar ortamı yaratmıştı.
Mustafa Kemal, Manastır Askeri İdadisi'nde öğrenciyken (1896-1899) bu çatışmalara ve fikir ayrılıklarına doğrudan tanık oldu. Bu dönemde gözlemlediği önemli olaylar şunlardı:
Manastır'daki bu deneyimler, Mustafa Kemal'in dünya görüşünü ve gelecekteki politikalarını şekillendiren önemli etkenlerden biri oldu:
Etnik çatışmaları gözlemleyen Mustafa Kemal, çok uluslu bir imparatorluk modelinin sürdürülemez olduğu fikrini geliştirdi. Bu gözlemler, onun ulus devlet modeline yönelmesinde etkili oldu. Daha sonra kuracağı Türkiye Cumhuriyeti'nin "Türk milletine dayalı" bir devlet olması fikri bu dönemdeki gözlemleriyle bağlantılıdır.
Manastır'daki etnik çatışmalar, dini ve etnik kimliklerin siyasi çatışmalara nasıl alet edildiğini gösterdi. Bu durum, Mustafa Kemal'in din ve devlet işlerinin ayrılması gerektiği fikrini güçlendirdi. Ümmetçi bir yaklaşımın etnik çatışmaları çözmekte yetersiz kaldığını gördü.
Etnik çatışmaların temelinde yatan duygusal ve irrasyonel yaklaşımlar, Mustafa Kemal'in akılcılığa ve bilime verdiği önemi pekiştirdi. "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" sözü, bu dönemdeki gözlemleriyle bağlantılıdır.
Farklı etnik gruplar arasındaki çatışmalar, Mustafa Kemal'de "milli birlik" fikrinin önemini vurguladı. Daha sonra "Ne mutlu Türk'üm diyene" sözüyle ifade ettiği, etnik kökenden ziyade vatandaşlık bağına dayalı bir milli kimlik anlayışı geliştirdi.
Manastır'daki etnik çatışmalar, Mustafa Kemal'in hem bir asker hem de bir devlet adamı olarak yetişmesinde kritik bir rol oynadı. Bu deneyimler:
💡 Mustafa Kemal'in Manastır'daki gözlemleri, onun "Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesinin de temelini oluşturmuştur. Etnik çatışmaların yıkıcı etkilerini gören bir lider olarak, hem iç politikada hem de dış politikada barışçıl ve birleştirici bir yaklaşım benimsemiştir.