İnsanlık tarihinin en önemli uygarlık merkezlerinden olan Mezopotamya ve Anadolu, coğrafi olarak komşu olmanın da etkisiyle birçok ortak özellik geliştirmiştir. Bu iki kadim coğrafya, tarımın gelişiminden yazının icadına, ticaret ağlarından hukuk sistemlerine kadar pek çok alanda birbirini etkilemiş ve benzer evrim süreçlerinden geçmiştir. İşte bu iki büyük medeniyet havzasının ortaklaşa sergilediği temel özellikler:
Her iki bölge de Verimli Hilal olarak adlandırılan bölgenin bir parçasıdır. Bereketli topraklar ve nehir vadileri (Dicle-Fırat ve Kızılırmak-Yeşilırmak), tarımsal üretimin artmasını sağlamış, bu da yerleşik köy yaşamından karmaşık kent uygarlıklarına geçişin temelini oluşturmuştur. Buğday, arpa gibi tahılların tarımı her iki bölgenin de ekonomik temelini oluşturmuştur.
Mezopotamya'da Sümer şehir devletleri (Ur, Uruk, Lagaş) ve Anadolu'da Hitit merkezi krallığı gibi farklı yönetim modelleri görülse de, her iki bölgede de güçlü bir kral (Patesi/Lugal veya Labarna/Tabarna) etrafında örgütlenmiş, surlarla çevrili kentler ve hiyerarşik bir toplum yapısı ortak özelliklerdendir.
Mezopotamya'da çivi yazısını icat eden Sümerler, bu teknolojiyi komşu bölgelere yaymıştır. Anadolu uygarlıklarından Hititler ve Asurlu tüccarlar çivi yazısını kendi dillerine uyarlayarak kullanmış, böylece yazılı kültür ve karmaşık idari kayıt tutma sistemleri (vergiler, kanunlar, ticari anlaşmalar) her iki bölgede de gelişmiştir.
Toplumsal düzeni sağlamak amacıyla yazılı kanunlar oluşturulmuştur. Mezopotamya'da Hammurabi Kanunları ("Göze göz, dişe diş" prensibi), Anadolu'da ise Hitit Kanunları daha insancıl bir yaklaşımla ortaya çıkmıştır. Her ikisi de mülkiyet, aile ve ticaret hukuku gibi konuları düzenleyerek sistemli bir toplum yapısının temelini atmıştır.
Mezopotamya ve Anadolu, Asur Ticaret Kolonileri Çağı'nda yoğun bir ticari ilişki içine girmiştir. Anadolu'nun zengin maden kaynakları (bakır, gümüş) ile Mezopotamya'nın kumaş, tahıl ve lüks tüketim malları bu ticaret ağlarında el değiştirmiş, bu süreç sadece mal değil, fikir, teknoloji ve kültür alışverişini de beraberinde getirmiştir.
Her iki bölge de çok tanrılı (politeist) bir inanç sistemine sahipti. Tanrılar doğa olayları ve insani duygularla özdeşleştirilmişti. Mezopotamya'da Zigguratlar ve Anadolu'da (Hititlerde) Tapınak-Saray kompleksleri, dini ve idari merkezler olarak işlev görmüş, bu anıtsal mimari yapılar gücün ve inancın simgesi olmuştur.
Bu ortak özellikler, Mezopotamya ve Anadolu'nun birbirinden bağımsız gelişmediğini, aksine sürekli bir etkileşim içinde olduğunu ve insanlık tarihinin bu en erken dönemlerinde bile küresel bir köyün temellerinin atıldığını göstermektedir.