Orta Çağ'ın en ilginç ve çok kültürlü devletlerinden biri olan Hazar Kağanlığı, tarih sahnesinde benzersiz bir yer edinmiştir. Karadeniz'in kuzeyinden Hazar Denizi'ne kadar uzanan geniş topraklarda hüküm süren bu Türk devleti, yalnızca askeri ve ticari gücüyle değil, resmi din olarak Museviliği benimsemesiyle de dikkat çekmiştir. Bu karar, onu tarihte Museviliği kabul eden tek büyük Türk devleti yapmıştır.
Hazarlar, köken itibarıyla Göktürk Kağanlığı'nın batı kanadını oluşturan bir Türk boyları konfederasyonuydu. 7. yüzyılın ortalarından itibaren bağımsız bir devlet haline geldiler ve 10. yüzyıla kadar varlıklarını sürdürdüler. Başkentleri, Volga Nehri'nin ağzındaki İtil şehriydi. Stratejik konumları sayesinde, Avrupa ile Asya, İslam dünyası ile Hristiyan dünyası arasında önemli bir ticaret ve kültür köprüsü işlevi gördüler.
Hazar yönetici sınıfının ve büyük bir kısmının Museviliği benimsemesi, 8. yüzyılın sonları ile 9. yüzyılın başlarında gerçekleşti. Bu din değişikliğinin arkasında karmaşık siyasi ve kültürel nedenler vardı:
Hazar devlet yapısı ikili sistem üzerine kuruluydu. Kağan (hükümdar) sembolik ve dini bir otoriteyken, asıl yönetim ve askeri işlerden Bey (veya Kağan Bey) sorumluydu. Museviliğin kabulü, özellikle yönetici elit ve şehirli nüfus arasında yaygındı. Kırsal kesimde ve orduda ise geleneksel Türk inançları (Şamanizm) ve diğer dinler varlığını sürdürdü.
Hazar Museviliği, büyük olasılıkla Rabbânî (Talmudik) Yahudilik ile Karaim Yahudiliği arasında bir formdaydı. Sinagoglar inşa edildi, İbrani alfabesi kullanılmaya başlandı ve dini bir literatür oluştu.
Hazar Kağanlığı, uzun süre bölgenin süper gücü olarak kaldı. Ancak 10. yüzyılda, doğudan gelen Peçenek saldırıları, batıdan yükselen Kiev Rus Knezliği ve güneyden Müslüman hareketler karşısında zayıfladı. 965 yılında Kiev Prensi I. Svyatoslav'ın büyük bir seferle İtil şehrini yağmalaması, devletin sonunu getirdi. Hazar halkı, zaman içinde çevredeki diğer Türk boylarına, Slavlara ve özellikle Doğu Avrupa'daki Yahudi cemaatlerine karıştı.
Hazar Kağanlığı, Türk tarihinin en sıra dışı sayfalarından birini yazmıştır. Stratejik bir kararla benimsedikleri Musevilik, onları hem çağdaşları hem de sonraki tarihçiler için sürekli ilgi odağı haline getirmiştir. Askeri güç, ticari beceri ve dini hoşgörüyü bir araya getiren bu devlet, Orta Çağ Avrasya'sının kültürel mozaiğinde unutulmaz bir iz bırakmıştır.