Anadolu'nun gülen yüzü, fıkralarıyla nesilden nesile aktarılan bilge bir mizah ustası... Nasreddin Hoca, yüzyıllardır hem güldüren hem de düşündüren hikayeleriyle kültürümüzün ayrılmaz bir parçası. Peki, bu kadar sevilen bu karakter gerçekten yaşadı mı, yoksa halkın ortak bilgeliğinin bir ürünü mü? Gelin bu renkli şahsiyeti birlikte tanıyalım.
Genel kabul gören görüşe göre, Nasreddin Hoca gerçekten yaşamış bir tarihi şahsiyettir. 1208 yılında, bugünkü Eskişehir'in Sivrihisar ilçesine bağlı Hortu (şimdiki adıyla Nasreddin Hoca) köyünde doğduğu, 1284 yılında ise Akşehir'de vefat ettiği kabul edilir. Babası Hortu köyü imamı Abdullah Efendi, annesi ise Sıdıka Hatun'dur. Kendisi de iyi bir eğitim almış, sırasıyla köy imamlığı, medrese hocalığı ve kadılık yapmıştır.
Akşehir'de bulunan, üzerinde 1284 tarihinin yazılı olduğu türbesi, onun somut bir tarihi varlığının en önemli kanıtı olarak görülür. Ancak türbenin kapısında asılı olan kilit, Hoca'nın mizahi kişiliğine uygun bir şekilde, onun "dünyaya kilit vurup gittiği" sembolizmini taşır.
Burada önemli bir ayrım yapmak gerekir: Nasreddin Hoca, tarihi bir kişilik olmanın ötesinde, zaman içinde "ortak bir bilgelik ve mizah tipi"ne dönüşmüştür. Yani, onun adına anlatılan yüzlerce fıkranın hepsini bizzat kendisinin yaşadığını veya söylediğini iddia etmek doğru olmaz. Yüzyıllar boyunca, halkın ürettiği nükteli, zeki ve ibretlik hikayeler, bu unutulmaz karakterin etrafında toplanmış ve onun kişiliğiyle bütünleşmiştir.
Bu durum, onu sadece Türk kültürüne değil, Fars, Arap, Özbek, Tatar, Azeri ve hatta Çin kültürlerine kadar uzanan geniş bir coğrafyada benimsenen evrensel bir figür haline getirmiştir. Farklı kültürlerde "Cıha", "Ependi" veya "Molla" gibi isimlerle anılsa da temel özellikleri hep aynı kalmıştır.
Hoca'nın, sıradan kıyafetleriyle gittiği ziyafette ilgi görmeyip, kürklü kıyafetle gittiğinde saygı görmesi üzerine kürkünün eteğini çorbanın tasına sokup "Ye kürküm ye!" demesi, insanların dış görünüşe verdiği önemi ve ikiyüzlülüğü eleştirir.
Gölde mayışırken görenlerin "Hoca, orada yüzme öğrenilmez, derine gitme!" diye uyarmasına karşılık verdiği bu cevap, tecrübenin önemini ve herkesin kendi koşullarını bildiğini vurgular.
Komşusundan aldığı kazanın doğurduğunu iddia etmesi ve buna inanması, ama kendi ölen oğlu için "Kırk yıllık kanı olur mu yani?" dedirtmesi, insanın işine geldiği gibi inanma eğilimini taşlar.
Sonuç olarak, Nasreddin Hoca hem 13. yüzyılda Akşehir'de yaşamış gerçek bir din adamı ve bilge, hem de halkın yüzyıllar içinde onun kişiliğinde somutlaştırdığı evrensel bir mizah ve hikmet kahramanıdır. Onun gerçekliği, bir tarihsel kayıttan çok, fıkralarının taşıdığı insani ve toplumsal gerçeklikte yatar. Gülmeyi, düşünmeyi ve hayatı hafife almayı öğreten bu ölümsüz karakter, Anadolu'nun hoşgörü ve pratik zekasının en güzel timsali olarak, türbesinin kapısındaki kilit gibi, gönüllerde sonsuza dek kilitlenmiştir.