Gıdıklanma, hemen hepimizin çocukluğundan beri aşina olduğu, bazen kahkahalara boğan bazen de dayanılmaz bir kaçış hissi yaratan ilginç bir fiziksel tepkidir. Peki, bu garip ve bazen "işkenceye" dönüşen hissin ardında yatan bilimsel nedenler neler? Gelin, bu şaşırtıcı fenomeni birlikte inceleyelim.
Aslında "gıdıklanma" tek bir şey değildir; iki farklı türü vardır ve her biri farklı bir amaca hizmet eder gibi görünmektedir.
En güçlü teori, gıdıklanmanın bir pratik savunma refleksi olduğu yönündedir. Özellikle ayak tabanı, koltuk altı, boyun gibi savunmasız ve hayati organlara yakın bölgelerin gıdıklanmaya duyarlı olması tesadüf değildir. Bu, beynin bu bölgelere yönelik beklenmedik temasları bir tehdit (zehirli bir böceğin yürümesi veya bir yırtıcının pençesi gibi) olarak algılayıp, bizi korumak için hızlı bir tepki (çekilme, kaçma, savunma) vermeye zorlaması olarak yorumlanabilir.
Özellikle ebeveyn ve çocuk, kardeşler veya yakın arkadaşlar arasında görülen gıdıklanma, sosyal bağları güçlendiren bir oyun ve iletişim biçimi olabilir. Karşılıklı güven ve samimiyet gerektirir. Bu fiziksel temas ve ortaya çıkan kahkahalar, ilişkileri pekiştirir.
Beyin, kendi yaptığımız hareketlerin sonuçlarını (örneğin kendi kendimizi gıdıklamaya çalıştığımızda) tahmin edebilir ve bu nedenle tepkiyi söndürür. Ancak bir başkasının dokunuşu tahmin edilemez ve sürprizdir. Beyin, bu beklenmedik uyaran karşısında bir "alarm" durumuna geçer ve hem gerginlik hem de kahkaha şeklinde karmaşık bir tepki verir. Bu, beynin kendi eylemlerimizle başkalarının eylemleri arasında ayrım yapmasının bir kanıtıdır.
Gıdıklanma, göründüğü kadar basit bir refleks değil; evrimsel savunma, karmaşık nörolojik tahmin mekanizmaları ve sosyal psikolojinin kesiştiği büyüleyici bir fenomendir. Bir dahaki sefere gıdıklandığınızda, aslında atalarınızdan miras aldığınız kadim bir koruma sisteminin ve beyninizin mükemmel tahmin yeteneğinin bir deneyimini yaşadığınızı hatırlayabilirsiniz!