İran tarihinin en önemli dönüm noktalarından birini işaret eden, Anadolu'dan Orta Asya'ya uzanan coğrafyada siyasi ve dini haritayı kökten değiştiren bir isim: Şah İsmail. 1501 yılında kurduğu Safevi Devleti, yalnızca bir hanedanlık değil, aynı zamanda İran'ı bir Şii devleti kimliğine kavuşturan bir dönüşümün baş aktörü oldu. Bu yazıda, "Kızılbaş" hareketinin karizmatik liderinden, bir devletin kurucusuna uzanan Şah İsmail'in hikayesini ele alacağız.
1487'de doğan Şah İsmail, henüz bir yaşındayken babası Şeyh Haydar'ın öldürülmesiyle trajik bir mirası devraldı. Ailesinin liderlik ettiği, Safevi Tarikatının mistik ve askeri gücüyle büyüdü. Küçük yaştan itibaren zorlu bir kaçak hayatı sürerken, etrafında toplanan Anadolu'daki Türkmen aşiretlerinden oluşan sadık "Kızılbaş" ordusu, onun en büyük gücü oldu. 14 yaşında tahta çıkmaya hazırlanan bu genç lider, sadece siyasi bir iktidar değil, adeta bir mehdi inancıyla beklenen bir figürdü.
Şah İsmail'in yükselişi, batıdaki genişleyen Osmanlı İmparatorluğu ile kaçınılmaz bir çatışmaya yol açtı. İki hükümdar, Şah İsmail ve Sultan Yavuz Selim, 1514 yılında Çaldıran Ovası'nda karşı karşıya geldi. Bu savaş, teknoloji ve taktiğin çarpışmasıydı:
Savaş, Osmanlı'nın kesin zaferiyle sonuçlandı. Bu yenilgi, Şah İsmail'in yenilmezlik efsanesini sonlandırsa da, Safevi Devleti'ni ortadan kaldıramadı. Ancak sınırlar kesinleşti ve Anadolu'daki Şii nüfus üzerindeki Safevi etkisi büyük ölçüde kırıldı.
Şah İsmail, yalnızca bir fatih değil, aynı zamanda bir devlet mimarıydı. Onun döneminde:
Şah İsmail, sıra dışı bir karakterdi: Bir tarikat şeyhi, bir ordu komutanı, bir devlet kurucusu ve bir şair. 1524'teki ölümüne kadar sürdürdüğü saltanatı, İran'ı coğrafi ve dini anlamda yeniden tanımladı. Kurduğu Safevi Devleti, 18. yüzyıla kadar varlığını sürdürdü ve bugünkü İran'ın temellerini attı. Tarih onu, hem destansı zaferleri hem de büyük yenilgisiyle, Orta Doğu'nun kaderini değiştiren karizmatik bir kurucu olarak hatırlıyor.