Sevgi, insanlık tarihi boyunca üzerine en çok yazılan, çizilen, şarkılar bestelenen ve sorgulanan duygulardan biridir. Hem en kişisel deneyimimiz hem de evrensel bir bağ olan sevgiyi tanımlamak, belki de onu yaşamak kadar derin bir konudur. Bu yazıda, sevgi kavramını farklı açılardan inceleyeceğiz.
Antik Yunan filozofları, sevgiyi birden fazla kavramla açıklamıştır:
Filozof Erich Fromm ise sevgiyi bir "eylem" ve "vermek" olarak tanımlar. Ona göre sevgi, aktif bir ilgi, sorumluluk, saygı ve bilgi gerektirir.
Psikoloji, sevgiyi duygusal, bilişsel ve davranışsal boyutlarıyla ele alır.
Robert Sternberg'e göre sağlıklı bir aşk ilişkisi üç temel bileşenden oluşur:
Bu üçünün dengeli bileşimi "tamamlanmış aşk" idealini oluşturur.
Bebeklikte bakım verenle kurulan güvenli bağlanma, yetişkinlikteki romantik ilişkilerimizin temelini oluşturur. Sevgi algımız, erken dönem deneyimlerimizle şekillenir.
Sevgi hissettiğimizde beynimiz bir kimyasal şölen yaşar:
İlginç bir şekilde, romantik aşkın beyni harekete geçirdiği bölgeler, bağımlılıkla ilişkili bölgelerle örtüşür. Bu da aşkın neden "bağımlılık yapıcı" bir his olduğunu açıklayabilir.
Sevgi, sadece romantik ilişkilerde değil, hayatımızın her alanında tezahür eder:
Buradan hareketle, sevgiyi bir şeye veya birine değer vermek, onun iyiliğini istemek ve bu uğurda emek harcamak olarak özetleyebiliriz.
Sevgi, statik bir duygu değil, dinamik bir süreçtir. Değişir, dönüşür, bazen acıtır, çoğu zaman iyileştirir. Hem en insani zayıflığımız hem de en büyük gücümüzdür. Bilim onu açıklamaya çalışırken, sanat onu ifade etmeye çabalar, felsefe onun anlamını arar. Belki de sevginin en güzel tanımı, onu yaşarken ve paylaşırken ortaya çıkar.
Nobel ödüllü şair Gabriel García Márquez'in dediği gibi: "İnsan sevdiği sürece, sevilmeye devam edecektir; bu, evrenin en büyük yasasıdır."