İnsan karakterinin en temel ve belirleyici özelliklerinden ikisi olan tevazu ve kibir, tarih boyunca felsefenin, dinlerin ve psikolojinin merkezinde yer almıştır. Bu iki kavram, kişinin hem kendisiyle hem de çevresiyle kurduğu ilişkinin temel dinamiğini oluşturur. Peki, bu kadar sık duyduğumuz bu kelimeler tam olarak ne anlama geliyor?
Tevazu, alçakgönüllülük, gösterişsizlik ve kendini olduğundan daha aşağıda göstermek anlamına gelmez. Gerçek tevazu, kişinin kendi değerinin ve sınırlarının farkında olarak, dengeli bir özgüvenle hareket etmesidir. Başkalarını küçümsemeden, kendini büyük görmeden var olma halidir.
Kibir ise, kişinin kendini olduğundan üstün görmesi, başkalarını küçümsemesi ve sürekli onay, takdir beklentisi içinde olmasıdır. Genellikle bir güvensizlik veya eksiklik duygusunun dışa vurulmuş, abartılı bir halidir.
Modern psikoloji, kibrin çoğunlukla derinlerde yatan bir değersizlik hissi, travma veya aşırı telafi mekanizması olarak ortaya çıktığını söyler. Tevazu ise sağlıklı bir benlik algısı, güvenli bağlanma ve iç huzurun dışavurumudur. İlginç bir şekilde, gerçekten yüksek özgüvene sahip insanların kibre ihtiyaç duymadığı gözlemlenir.
Neredeyse tüm kültürler ve inanç sistemleri tevazuyu yüceltmiş, kibrin ise insanı yalnızlaştıran ve düşüren bir tuzak olduğunu vurgulamıştır.
Sağlıklı olan, kendini yok sayan bir alçakgönüllülük değil, dengeli bir öz-değer bilincidir. Bu dengeyi kurmak için:
Tevazu, insanı özgürleştiren, ilişkileri güçlendiren ve gerçek öğrenmenin kapısını açan bir erdemdir. Kibir ise geçici bir yükseliş hissi verse de, uzun vadede kişiyi yalnızlaştırır ve gelişimini engeller. Unutmamak gerekir ki, gerçek güç, kendinden emin bir şekilde alçakgönüllü olabilmektir. Seçim, kişinin nasıl bir insan olmak istediğiyle ve nasıl bir iz bırakmayı arzuladığıyla ilgili, derin bir varoluş sorusudur.