Çağdaş Çin edebiyatının Nobel ödüllü yazarı Can Yü'nün en çarpıcı eserlerinden biri olan Yedinci Gün, ölüm sonrası bir yolculuğu ve modern dünyanın acımasız eleştirisini konu alır. Roman, öldükten sonra defin işlemleri için sıraya giren bir anlatıcının gözünden, yaşam, ölüm, sevgi ve toplumsal adaletsizlik gibi temaları derinlemesine işler. Bu yazıda, romanın özetini, temel karakterlerini ve ana fikrini ele alacağız.
Roman, anlatıcı Yang Fei'nin ölümüyle başlar. Bir lokantada yemek yerken çıkan yangında hayatını kaybeder. Cesedi, kimsesizler için ayrılmış bir morga götürülür. Burada, ölülerin "yakılma sırası" beklediği, bürokratik ve soğuk bir sistemle karşılaşır. Yang Fei, pahalı bir urnesi (kül kutusu) olmadığı ve defin için para ödeyecek kimsesi bulunmadığı için sıra dışı bir yolculuğa çıkmak zorunda kalır.
Yang Fei, ölüm sonrası dünyada, bir "arazi"de dolaşmaya başlar. Bu arazi, ne tamamen cennet ne de cehennemdir; daha çok, henüz "gitmeye" hazır olmayan, dünyada işi kalmış ruhların beklediği bir ara bölgedir. Burada geçirdiği her gün, yaşamındaki önemli insanlarla ve anılarla yüzleşmesine vesile olur:
Yedinci günde, Yang Fei sonunda babasını bulur. Babası, onu aramak için bu arazide beklemektedir. Bu buluşma, romanın en duygusal ve huzur dolu anıdır. İkisi birlikte, "kemikleri olmayanlar" için bir nehir kenarına giderler. Bu yer, dünyada kimsesiz ve unutulmuş, ancak sevgi bağı olanların buluştuğu, nihai bir huzur mekanı olarak tasvir edilir. Roman, baba-oğulun bu sembolik "cennet"teki buluşmasıyla sona erer.
Yedinci Gün, sürükleyici ve fantastik bir anlatımın ardında, güçlü bir sosyal realizm ve felsefi derinlik barındırır. Can Yü, okuyucuyu ölümün eşiğinden geçirerek, aslında yaşamın anlamına, sevginin gücüne ve toplumun çarpıklıklarına dair unutulmaz sorular sordurur. Sade ve şiirsel diliyle, evrensel temalara dokunan bu roman, modern dünya edebiyatının mutlaka okunması gereken eserlerinden biridir.