Türkiye, 18 Şubat 1952'de Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'ne (NATO) resmen katıldı. Bu karar, Soğuk Savaş'ın en kritik dönemlerinden birinde alınmış, Türkiye'nin modern tarihini ve uluslararası konumunu şekillendiren en önemli dış politika hamlelerinden biri oldu. Peki, Türkiye'nin NATO'ya üye olmasının ardındaki temel nedenler nelerdi? Bu yazıda, hem tarihsel bağlamı hem de stratejik gerekçeleri inceleyeceğiz.
İkinci Dünya Savaşı'nın ardından dünya, ABD önderliğindeki Batı Bloku ile Sovyetler Birliği önderliğindeki Doğu Bloku arasında iki kutuplu bir yapıya büründü. Türkiye, coğrafi konumu itibarıyla tam bu gerilim hattının ortasında kalıyordu. Sovyetler Birliği'nin Boğazlar üzerinde hak iddia etmesi ve toprak taleplerinde bulunması, Türkiye için varoluşsal bir tehdit oluşturuyordu. Bu tehdit, Batı ile ittifak arayışını kaçınılmaz kıldı.
NATO'nun kuruluş antlaşmasının 5. maddesi, bir üyeye yönelik saldırının tüm üyelere yönelik saldırı sayılacağını belirtir. Türkiye, bu kolektif savunma şemsiyesi altına girerek, özellikle Sovyet yayılmacılığına karşı güçlü bir güvence elde etmeyi amaçladı. Bu, ülkenin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumanın en somut yoluydu.
Türkiye, Avrupa, Asya ve Orta Doğu'nun kesişim noktasında, Karadeniz'i Akdeniz'e bağlayan kritik su yollarına (İstanbul ve Çanakkale Boğazları) hakimdi. NATO için bu, Sovyet donanmasının sıcak denizlere inmesini kontrol altında tutmak anlamına geliyordu. Türkiye de bu jeopolitik değeri, güvenlik karşılığında bir "stratejik pazarlık gücüne" dönüştürdü.
NATO üyeliği, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin modernizasyonu için hayati öneme sahipti. ABD'den alınan askeri ve ekonomik yardımlar (Marshall Planı ve sonrası), ülkenin savunma kapasitesini güçlendirdi ve ekonomik kalkınmaya katkı sağladı. Aynı zamanda, NATO standartlarına uyum, ordunun eğitim, teçhizat ve yapısal dönüşümünde itici güç oldu.
Cumhuriyetin kuruluş felsefesi "muasır medeniyetler seviyesine" ulaşmak ve Batı ile entegre olmaktı. NATO üyeliği, bu yolda atılmış somut ve siyasi bir adımdı. Üyelik, Türkiye'yi "Batılı ve demokratik" blok içinde konumlandırarak uluslararası arenada meşruiyetini ve itibarını pekiştirdi.
Türkiye, 1950'de patlak veren Kore Savaşı'na, BM çatısı altında ve özellikle NATO'nun lideri ABD'nin yanında, hatırı sayılır bir tugay gönderdi. Bu hamle, Batı ittifakına bağlılığın ve sorumluluk paylaşımına hazır olunduğunun en açık göstergesiydi. Bu fedakarlık, NATO'ya davet sürecini hızlandıran kritik bir faktör olarak kabul edilir.
Türkiye'nin NATO üyeliği, tek yönlü bir korunma arayışından çok, karşılıklı faydaya dayanan stratejik bir ortaklıktı. Türkiye güvenlik garantisi ve Batı ile bütünleşme elde ederken, NATO da jeostratejik olarak vazgeçilmez bir müttefik kazandı. Soğuk Savaş'ın bitimi, terörle mücadele, Orta Doğu'daki istikrarsızlıklar ve Karadeniz'deki gelişmelerle birlikte, Türkiye'nin İttifak içindeki rolü ve önemi günümüzde de dinamik bir şekilde devam etmektedir. Üyelik, Türkiye'nin dış ve güvenlik politikasının temel taşlarından biri olma özelliğini korumaktadır.