İnsan hücrelerinde, bir genin protein üretimi için izlediği yol santral dogmanın tipik bir örneğidir. Örneğin, insülin hormonu geni DNA'da bulunur. Bu genin transkripsiyonu ile mRNA (mesajcı RNA) oluşur. mRNA, ribozomlara taşınır ve burada translasyon ile insülin proteini sentezlenir. Bu insülin proteini, kan şekerini düzenlemek gibi hayati bir görevi yerine getirir.
Bakterilerde antibiyotik direnci genleri, plazmid adı verilen küçük DNA moleküllerinde bulunabilir. Bu direnç genleri, santral dogma yoluyla direnç proteinlerine dönüştürülür. Bu proteinler, antibiyotiklerin etkisini azaltarak veya yok ederek bakterinin hayatta kalmasını sağlar. Bu durum, antibiyotik direncinin yayılmasına ve enfeksiyonların tedavisini zorlaştırmasına neden olur.
Bitkilerde fotosentez, kloroplast adı verilen organellerde gerçekleşir. Kloroplastlarda bulunan genler, fotosentez için gerekli olan proteinlerin üretimini sağlar. Bu proteinler, ışık enerjisini kimyasal enerjiye dönüştürme sürecinde rol oynar. Santral dogma, bu proteinlerin sentezlenmesi ve bitkinin enerji üretimi için hayati öneme sahiptir.
Santral Dogma, her ne kadar temel bir prensip olsa da, bazı istisnaları vardır. Örneğin, bazı virüsler (retrovirüsler) ters transkriptaz enzimi kullanarak RNA'dan DNA sentezleyebilirler. Bu süreç, ters transkripsiyon olarak adlandırılır ve santral dogmanın tek yönlü akışına bir istisna teşkil eder.
Moleküler biyoloji alanındaki ilerlemeler, santral dogmanın daha karmaşık ve dinamik bir süreç olduğunu göstermiştir. Gen ifadesinin düzenlenmesi, epigenetik değişiklikler ve RNA interferansı gibi mekanizmalar, genetik bilginin akışını etkileyebilir ve santral dogmanın daha geniş bir perspektifle anlaşılmasını sağlar.