Vücudumuzun savunma sistemi, adeta bir kale gibi katmanlardan oluşur. İlk hat (deri, mukoza) delindiğinde, devreye hemen ve özgül olmayan ikinci savunma hattı girer. Bu hat, istilacıları tanımak için özel bir antijene ihtiyaç duymaz; genel bir saldırı başlatır. Bu yazıda, bu güçlü hattın dört önemli kahramanını inceleyeceğiz.
Fagositoz, "yemek yeme" anlamına gelir. Nötrofiller ve makrofajlar gibi özel hücreler, bakteri, ölü hücre artıkları gibi yabancı partikülleri içine alır ve enzimleriyle parçalar. Süreç şu şekilde işler:
Bu lenfositler, adeta bir suikast timi gibi çalışır. Hedefleri, virüs bulaşmış veya anormal (kanserli) hale gelmiş kendi vücut hücrelerimizdir. Özgül antikorlara ihtiyaç duymazlar. "Kendini kaybetmiş" hücreyi tanır, üzerine ölüm sinyali proteinleri (perforin ve granzim) salgılayarak onu apoptoz (programlı hücre ölümü) ile intihara sürüklerler.
Bir hücre virüs tarafından ele geçirildiğinde, umutsuz bir çağrı yapar: İnterferon salgılar. Bu proteinler:
İnterferonlar spesifik olarak virüse değil, enfekte olmuş hücreye karşı üretilir.
Ateş, bir hastalık belirtisi olmasının yanı sıra, vücudun akıllıca bir savunma stratejisidir. Patojenlerden salınan pirojen maddeler, beynin hipotalamus bölgesindeki vücut ısısı ayar noktasını yükseltir. Bu ısı artışının savunmadaki rolleri:
Önemli Not: Çok yüksek ve uzun süreli ateş (< 39.5°C üzeri) zararlı olabilir ve kontrol altına alınmalıdır.
Savunmanın ikinci hattı, doğuştan gelen, hızlı ve geniş spektrumlu bir saldırı sistemidir. Fagositoz, NK hücreleri, interferon ve ateş, birbirini tamamlayan mekanizmalarla, patojenlerin yayılmasını sınırlar ve üçüncü hat olan edinilmiş (spesifik) bağışıklık sisteminin hazırlanması için değerli zaman kazandırır. Bu sistemler olmasaydı, en ufak bir enfeksiyonla bile baş edemezdik.